Hagi
Transfer sezonunun hareketli ve gergin döneminin ortasında 31 Temmuz Hagi’nin gelişinin yıldönümü birçoğumuzun kalbinde hareketlenme yapmıştır herhalde. Webaslan’daki ‘14 yıllık çile’ yazımda gelecek zamanda Hagi aşkımı da yazarım demiştim. Bu güzel tarih bahanesi olsun.
Hagi ile Nasıl Tanıştım?
Sene 1989, 8 yaşındayım, ilkokul ikinci sınıftayım. Galatasaray Derwall şampiyonluğundan sonra içime işlemiş. Avrupa’daki başarı ise beni büyülüyor. Sokakların hakimi Galatasaray olmuş herkes Neuchatel Xamax, Monaco maçı etkisinde. Kendi aramızda yaptığımız maçlarda Prekazi olma kavgası veriyoruz. Şampiyon Kulüpler Kupası yarı final kuraları çekildi ve Steaua Bükreş diye bir takım çıktı Galatasaray’a. Çocuk yaşta basın ne dedi bilmiyorum ama bugün olsa ‘lokum gibi yarı final rakibi’ yazarlardı hiç kuşkusuz. Maç günü geldi çattı. O zaman maçlar hep gündüz oynanıyor, ben okuldayım ve maç var. Okuldan kaçmak aklıma gelmedi okula gittim. Son ders zili çaldığı gibi başladım eve koşmaya. Bir solukta evdeyim, baktım maç 3-0, moralim bozuldu, neredeyse ağlayacağım. Ama Neuchatel maçları bize umut olmuş ya tuttum kendimi, umutla izliyorum. Bu arada Steaua şiir gibi takım, top alamıyor bizimkiler. Dikkatimi Hagi çekiyor. Top sürekli onda, güzel paslar, şutlar atıyor. Derken sol kanattan Erhan’ı geçip sıfıra iniyor, verdiği pasla maçın sonucunu 4-0 olarak belirliyor.
Yarı Final İkinci Maçı
İkinci maç uyanıklık yaptım okula gitmedim. Heyecanla maçı bekliyorum. Rakip kendi sahasında şiir gibi top oynadı ama şimdi deplasmanda oynuyor, biz umutluyuz. Ne de olsa tadını aldık tur çevirmenin. Bir gol atalım gerisi gelir derken Prekazi’den harika bir frikik geliyor, top direkten dönüyor ve Cüneyt Tanman tamamlıyor. Sonrasında işler iyi gitmiyor ve maç 1-1 bitiyor. Bu iki maçtan bana kalan ise Hagi oluyor. İtalya 90’da Romanya’yı tutuyorum sadece ve sadece Hagi için… Devam eden yıllarda Brescia dönemi hariç gözüm hep Hagi’de. Barcelona’ya Nou Campta 2-1 yenildiğimiz maçta tribünde görüyorum Hagi’yi. 3+1 yabancı kontenjanına takılmış. Rakip olmadı ve neyse ki beni bir daha üzmedi.
Hagi’nin Galatasaray’a Gelişi ve Ben
Yıl 96 oluyor. İlk tanışmadan sonra 8 sene geçmiş. O zamanlar henüz internet hayatımıza girmemiş. Yaz transfer dönemindeyiz, her gün spor gazetesi alıyorum transferleri takip için. Spor haberlerini bekliyorum. Hagi ile ilgili haber gördüğümü hatırlamıyorum. Gece yarısı balkona çıkıyorum. Komşum Beşiktaşlı Nihat Abi balkondan bana haberi veriyor ‘Sizinkiler Hagi’yi almış’. Sevinçten deliye dönüyorum. Ekliyor Nihat Abi ‘Ama çok yaşlı diyorlar, sen ne diyorsun?’ ne demek diyorum, Hagi Galatasaray’a gelsin, orta sahaya sandalye atsın, canı isteyince oynasın! Haberi doğrulayınca sevinçten adeta yerimde duramıyorum. O yaşlı dedikleri Hagi ilk başta antrenmanlarda şov yapıyor. Daha sonra Vanspor maçı ile başladığı serüvenini dört şampiyonluk, bir UEFA Kupası, bir Süper Kupa ile tamamlıyor. Ona olan hayranlığımın boşuna olmadığını bana kanıtlıyor.
Teknik Direktör Hagi
Yalanım yok Teknik Direktör Hagi’yi pek beğenmedim. Özellikle Hakan Yakın, Misimoviç ve Ribery ile kurduğu diyaloglar bana bugünün Tudor’unu anımsatıyor (Tabi ki kıyaslanmaz ama aklıma gelen bu 🙂 ). Geçtiğimiz yıl Romanya şampiyonu oldu umarım diyalog ve taktik eksiklerini gidermiştir ve gelecekte bize teknik direktör olarak başarılar kazandırır.
Hagi ve Transfer
Hagi’nin transferi beni hep düşündürür. Bazen öyle bir transfer yaparsınız ki beş transfere bedel olur. Hagi transferi de beş transfere bedeldir. Yıldız oyuncu transferi yapacaksanız beklentiniz bu yönde olmalı. Nasıl mı? Lige Vanspor’u 2-1 yenerek başladık Hagi’nin iki golüyle ama devamındaki maçlarda da oyun olarak çokta ışık vermiyoruz. Büyük derbi geldi çattı. Fenerbahçe bize sahamızda dört tane attı. Sanırım Show TV’de o zaman maraton programı var. Rıdvan’da yorumcu. Her zaman ki ‘yansız, objektif derbi yorumları, duygularını işe hiç karıştırmıyor’. Neyse çok vurduk Rıdvan’a 🙂 Rıdvan yorumlarının arasında şuna benzer bir şey söyledi “ Galatasaray’ın baştan aşağı yenilenmesi gerekiyor Bülent, Okan, Arif, Ergün, Hakan Ünsal…”. Ben de izlerken kısmen de olsa ona katıldım. 5. hafta itibariyle oyun biraz dengelense de patlama 10. hafta gerçekleşti. Peş peşe üç hafta Galatasaray öyle şeyler yaptı ki bu adamlar üç haftada 20 gol gibi inanılmaz bir rakam yakaladılar. Rıdvan’ın saydıklarının hepsi takımın değişmezleri olup takım halinde başarılarını UEFA kupası ve Süper Kupa ile taçlandırdılar
Bugün Transfer
Bugün günlerde günlerce Kap Bildirimi bekleyen taraftarımıza bence yukarıda yazdıklarım ışık olsun. Bizim çok transfere değil takıma kilit taşı etkisi yapacak birine ihtiyacımız var. Şimdi zaman değişti, eskiden biz az ama öz transfer yapar diğerlerinin transferlerine gülerdik; şimdi ise rakipler saçtığımız paralara, kulübün yönetiliş biçimine gülüyorlar. Bir an önce bu karanlık günlerde çıkmak dileğiyle, her şeye rağmen Galatasaray’la kalın…
Bu yazı 31.07.2017 tarihinde yayınlanmıştır. Lütfen güncel kısımları bu duruma göre değerlendirin.
Blog’un kuruluş amacı ve hikayesi
için https://www.3numaraliuye.com/3-numarali-uye/ yazısını mutlaka okuyun!
Twitter: http://twitter.com/3numaraliuye
Güzel yazmış, toparlamışsınız. O günlere ait bir kaç not da ben ekleyeyim. Bülent Korkmaz’ı kovmak için elimizden geleni yaptık. “Git, kendine kulüp bul” dedik. Göztepe’ye yollayacaktık, inat etti, gitmedi. O yıldan sonra kaldırdığı yerel ve uluslararası kupaları yazmayalım. Okan Buruk’un bacağı kırılmıştı. Yollamak istedik, gitmedi. Önüne o zamanlarda da komik bir para olan 50000.- TL şık kontratı uzattık. Sonrası malum. Bu örnekleri uzatabiliriz. Peki, geçmişteki bu hatalarımızdan çıkaracağımız dersler yok mu? Bugün yaşadıklarımızı düşünün. Selamlar, sevgiler.Alpaslan Aktuğ
Teşekkür ederim Alpaslan Bey. Kesinlikle çıkaracağımız bir sürü ders var. Eklediğiniz bilgilerle ışığında “vefa” kavramı yeniden yorumlanmalı. Galatasaray için kariyerini ve parasını riske atan bunun gibi örnekler varsa mutlaka mücadele etme şansını vermeliyiz. Günümüze en yakın kazanan Semih Kaya olmuştu. Sonrasında başına gelebilecekleri görüp kulüple olan sevgi bağını zedelemeden ayrıldı. Günümüzdeki diğer örneklerden Sabri Sarıoğlu örneğine bakarsak yıllık ücretini yüksek belirleyip taraftarın önüne atanlarla ilgili bir problem var bence. Yoksa taraftar bu kadar agresif olmayabilirdi. Selçuk İnan örneğinde ise Selçuk İnan’ın hiç bir manevra yapmaması ile ilgili bir sıkıntı var. Ben Selçuk İnan’ı çok sever ve geldiği günün Galatasaray için bir dönüm noktası olduğuna inanırım. Ancak Aysal dönemi ikinci kontratı tıpkı Sabri Sarıoğlu dönemi gibi oyuncuyu fazlasıyla zora soktu. O da bu kontratından bazı fedakarlıklar önermeyerek taraftarı yanına alamadığı gibi sportif açıdan da mücadelede geri düştü. Keşke maç başı ücretini o da puan başına çevirmeyi teklif etseydi güzel bir hamle olurdu. (Bunları söylerken şunu biliyorum kazanılmış sözleşme hakkından kimse vazgeçmek zorunda değil, gayet hukuki bir durum. Burada hata varsa önce kulübü bağlar. Ama yaşadığımız ortamda Selçuk İnan’ı özgürleştirip hem kendine hem Galatasaray’a faydalı olma ihtimali için yaptım bu öneriyi). Saygı ve selamlarımla…