Reaksiyon ve Fatih Terim
Sezonun ilk maçı, klasik bir Fatih Terim reaksiyonu ile başladı.
Fatih Hoca ve reaksiyon.
Hocanın bu konuda ne kadar mahir olduğunu anlatmaya gerek yok sanıyorum.
İkinci döneminde Uefa Süper Kupa’yı almış takımın demirbaşlarının neredeyse yarısını kadro dışı bırakıp, gerekirse başarısızlığa dahi kendi ilkeleriyle yürümek isteyen bir büyük lider profilinden bahsediyoruz. Belki mevcut kadrodaki isimler bu radikal reaksiyoner tavrından haberdar olmayabilir. Fakat bu maç onlar için de çok ciddi bir özeleştiri olmalıdır. Hoca, yaşına, maaşına, kariyerine bakmaz. Takım için neleri veriyor ve potansiyeli nedir bunlara odaklanır. Kadronun yıldızı da olabilirsiniz. En yüksek maaş alan ismi de. Hoca sizde mental anlamda bir aidiyet yoksunluğu hissederse, kimsenin ismine bakmadan hemen faturayı önüne koyuverir.
Reaksiyon ve Kadrolar
Açıkçası maç kadrosunu gördüğümde çok fazla şaşırmamıştım. Tahminimce, Hoca Eren yerine sahte 9 gibi bir rol ile Muğdat’ı oynatır ve Onyekuru ve Sinan ile dönüşümlü olarak net santrforsuz ama oldukça hareketli bir ön alan oluşturur diye düşünmüştüm.
Hoca bundan farklı olarak net hedef santrforlu bir düzen ile sahaya çıkmayı tercih etti. Savunmada oyunun ilk bölümlerinde inanılmaz bir uyumsuzluk ve yer kaybı göze çarptı. Beklerin öne çıkması ile stoperlerin kanatlara açılarak öne doğru çıkmaları artık klasik Fatih Terim takımı genetik yapısı haline dönüştü diyebiliriz. Fakat savunmadan çıkarken, defansif orta sahalarınızın pozisyon almaları, boşa çıkmaları rakip takımın kompakt yapısını bozma amaçlı sahte koşuları ve en önemlisi pas alma konusundaki istek ve kabiliyetleri azami seviyede önemlidir. Bizde ise adeta ön stoper olarak betimlenebilecek Donk ve Fernando ile bu oyunu oynamaya çalışmak oldukça zor oluyor.
Takımda net bir iki yönlü orta saha oyuncusunun olmaması, iki defansif orta sahanın da benzer şeyleri yapıp benzer şeyleri yapamaması saha içerisinde zincirleme olarak birçok alanı ve mevkiyi direkt etkiliyor.
Takımda top tutma ve tempoyu ayarlama konusunda sorumluluk alabilecek bir ismin de olmaması koşu mesafelerin artırdığı gibi takımın boyunun da uzamasına sebebiyet veriyor.
Ön alanda Garry, Onyekuru ve Sinan üçlüsünün, üçünün de ortak özelliği topla buluştukları anda, maksimum hız ve minimum zaman kaybı ile kaleye gitmeye yatkın oyuncular olmaları mental açıdan rakip için büyük tehdit oluştursa da kendi takımlarının oyun içerisinde aktif dinlenme imkanını ortadan kaldırıyor. Fakat bu durum hocanın oyuncu tercihleri ile alakalı değildir. Belhanda da benzer bir profil yahut Feghouli. Bu anlamda tempoyu yükseltmek anlamında sorumluluk alacak form ve yaş durumunu çoktan geçen Selçuk takımın tek ismi. Tempoyu ayarlama konusunda sorumluluk alabilecek tek isim. Tempoyu ayarlamak derken yaşı ile doğru orantılı olarak gerileyen özgüven ve futbol mantığı, şu durumda sadece tempoyu düşürmek anlamında oyuna etki edebiliyor.
Buraya kadar yazdıklarımız belki içinizi kararmış gibi olacak ama hatırlatmakta fayda var. Bu takım ciddi anlamda deplasman fobisi olan, deplasman ile evinde iki farklı takım gibi oynayan bir ekip.
Güçlü yüklemelerin yapıldığı yoğun bir yaz dönemi ardından, berbat zemin üzerinde, deplasmanda ve rakibinin oyunun ilk döneminde tamamiyle kendisini sindirmeye ve sertlik ile yıldırmaya çalıştığı bir maçtan 3-1’lik skor ile galip ayrıldığımızı tekrar hatırlamakta fayda var.
Erken yenilen golün ardından takım ne kadar kopuk ve dağınık da olsa bizde kesinlikle gol atacak ve her geçen dakika biraz daha rakibini zora sokacak bir takım izlenimi bıraktı.
Maicon’un oyun biçimini Galatasaray ve Fatih Terim’in oyun anlayışına yakın bulmasam da golden sonra ciddi anlamda konsantre ve diri gördüğümü de söylemeden geçmeyelim. Hatta maçtan sonra arkadaşlarımız ile sohbet ederken şöyle düşünmüş ve paylaşmıştım:
Her maçın ilk dakikalarında Maicon’a şiddetli ve profesyonellikten uzak fauller yapılmalı. Bu adam böyle durumlarda sonra ekstra motivasyon ve konsantrasyon ile oynuyor.
Maçın hemen başında iki stoperimizin fahiş hatası ile yenilen golü yine bu ikilinin ilginç buluşması ile tolere ettik. Maicon’un ısrarla vazgeçmeden muhakkak kafa topları için ceza sahasına girmesi, Serdar’ın da bu alanda en az Maicon kadar inatçı olması bizi beraberliğe taşıdı.
Nagatomo, Bifouma karşısında başladığı Galatasaray kariyerinin ilk tam sezonuna yine aynı oyuncu karşısında başladı. Ama bu kez rakibine nefes aldırmayan ve sık sık kanat değiştirmesine sebep olacak kadar oyunun içinde kaldı. Ve ilk hamlelerde hep başarılıydı.
Onyekuru, çok ilginç bir oyuncu. Bence takımdaki mevcut kanat oyuncularından en büyük farkı tahmin edilemez yapısı. Sırf bu özelliğinden dolayı dahi sahada tutulması gereken bir isim.
Bir paragraf da Eren için açalım. Eren, taraftarın hiçbir beklentisinin olmadığı bir isim olmasına rağmen, süre aldığı her maçta skora direkt tesir edecek işler yapan oldukça enteresan bir karakter. Arkasındaki isimlere koridor açması ile ilerleyen zamanlarda yedek güç olarak takıma fayda sağlayabilecek de bir isim. Tabi ki onun da en büyük handikapı, geçen sezon ve önceki sezonlarda bizim kronik rahatsızlığımız olan aşırı bonservis ve yüksek maaş verme durumu.
***
Ekonomik anlamda zor bir süreçten geçtiğimiz doğrudur. Fakat, transfer sadece almaktan ibaret bir kavram değildir. Bazen satılacak bir oyuncu finansal açıdan rahatlama sağladığı gibi hiç beklenmedik isimlerin önünü de açabilir. Benim inandığım doğrular çerçevesinde satılmayacak oyuncu yoktur. Bu anlamda en büyük güvencemiz de yine Fatih Terim’dir.
Sezonun ilk maçı, deplasmanda çok sert oynayan bir rakibe karşı 1-3’lük galibiyetin ardından, skordan bağımsız takıma onlarca eleştiri yapıp bunları köşemizde taşıtacak kadar büyük bir takımdır Galatasaray.
Galatasaraylı olmak skorla övünmek değil, hep daha iyisini aramak ve istemektir. Sanıyorum bu noktada birçok takımdan ayrılıyoruz. Skor basınının oyundan bağımsız tabela yorumları ne kadar çok gürültü koparsa da gerçek Galatasaray taraftarı takımının kısa,orta ve uzun vadedeki durumunu düşünüp kafa yorar.
Bitsin Artık…
Ve son bölümde de şahsım adına çok rahatsız olduğum bir konuya değinmek isteri.
Ülkede mevcut basın mensuplarının, kavramlar konusunda yeniden eğitilmesi ve yeniden bir öğretime tabi tutulması gerektiğini çok ciddi düşünmeye başladım. Zira kendi fantastik zihin laboratuvarlarında ürettikleri spekülasyonları basın toplantısında hocaya sormak, sanıyorum ki basın özgürlüğü değil hadsizliktir. Şayet iddia ettikleri durum var ise meşhur tabirle müddei, iddiasını ispat ile mükelleftir sözünden yola çıkarak bunları somut biçimde ortaya koymaları gerekmektedir. Bunun için önlerinde hiçbir engel de yoktur. Zaten asli vazifeleri de sanıyorum ki bilinmesi gerekenleri ortaya koymaktır.
Herkese sonsuz saygılarımı sunuyorum. Buraya kadar gelip bizleri şereflendirdiğiniz için de teşekkür ediyorum.
Gümbür gümbür bir takım ile, saha içinde rakibini kendi oyununa tedbir almaya bırakan bir Galatasaray görmek temennisi ile.