“Almanları nasıl tanımlarsınız?” diye sorsak, gelecek ilk cevaplardan birisi şüphesiz “disiplin” olur. Hayatlarının her alanında olduğu gibi, futbolda da böyleler. Her zaman ‘disiplinli’. Hatta mevzu bahis Alman milli takımı ya da kulüp takımları olduğu zaman haber metinleri öncelikle şu ifadeyi kullanır: “Almanlar takım disiplini ile dikkat çekiyor.” Kalli’yi de ilk olarak böyle tanımlamak istiyorum; disiplinli. Bu tanım Karl Heinz Feldkamp’ı tanıyan, O’nu bilen, araştıran insanların söyleyeceği ilk tanım.
Karl Heinz Feldkamp’ın ‘standart’ olarak tanımlanabilecek bir futbolculuk kariyeri vardı. Futbol hayatına Oberhausen’in alt yapısında başlayıp, profesyonel futbolculuk kariyerine aynı kulüpte devam etmiş ve futbolculuk yaşamını aynı kulüpte sonlandırmıştır. Teknik adamlık kariyerine Wattenscheid’de başladı Kalli, ardından bir çok Alman takımının başına geçti. 1991’de Kaiserslautern’i Alman Ligi şampiyonu yaptı. Burada önemli olan aslında şampiyonluk değil, nasıl şampiyon yaptığı. Şampiyon olmadan bir sezon önce küme düşme hattında bulunan Kaiserslautern, Kalli’nin devre arası gelişiyle takım önce kümede kalıyor, sonraki sezon o takımı şampiyon yapıyor. Almanların, yaşadığı dönemde efsane olmuş bir kaç futbol adamından birinden bahsediyoruz.
Kalli’nin Yolu Galatasaray’la kesişiyor
Kalli 1985-86 sezonunda Uerdingen takımının başında. Kupa Galipleri Kupası’nda rakip Galatasaray. Galatasaray’ın başında ise hem vatandaşı, hem de dostu Derwall. Kendisine ilerleyen yıllarda Galatasaray’a gitmesini söyleyen Derwall… Kalli’li Uerdingen Derwall’li Galatasaray’ı içeride 1-1, dışarıda 2-0’lık skorlarla eliyor.
Galatasaray 92-93 sezonuna girerken Kalli’yi takımın başına getiriyor. Dönemin başkanı Alp Yalman, futbol şube sorumlusu ise Adnan Polat. Ayrıca ilerleyen yıllarda Kalli’nin Galatasaray’ın başına geçmesini isteyecek, sonra da danışmanlık yapmasını rica edecek isim Adnan Polat. Galatasaray/Alp Yalman/Derwall; Kalli. Derwall’i Galatasaray’a getirmek için mücadele eden Alp Yalman, Derwall’le dostluğunu sürdürüyor. Bu dostluk neticesinde sonraları Derwall’in Kalli’ye: “Galatasaray’a gelir misin?“ diyeceği, Kalli’ye Galatasaray tarafından ilk teklifin Derwall tarafından yapılacağı kadar büyük bir bağ. Kalli şöyle anlatıyor: “Bana “Galatasaray’a gelir misin?” diye sordu. Kendisiyle Aachen’de oynarken sık sık karşı karşıya gelmiştik. Antrenörlük yaptığımda da o milli takımda çalışıyordu. Galatasaray’da olmamın sebebi de sayın Derwall’dir. Türk insanını bana yakınlaştıran da kendisidir.” Kendisini Galatasaray’a ait hissedenler Galatasaray’dan hiç kopamıyor. İşte Galatasaray bu yüzden de çok büyük. Hatta öyle ki yalnız ve yıkık giden bir adam bile Galatasaraylı oluyor. Kendisini Galatasaray’ait hissetmese, öyle bir gidişten sonra bırakın başka bir insana Galatasaray’a gitmesini teklif etmeyi, eskiye dair tüm ilişkilerini bile bitirirdi. (Derwall’in yalnız gidişini ifade ettiğim yazım; https://www.3numaraliuye.com/2018/09/21/evlat-edebiyati-derwall-yalnizligi/ )
Kalli göreve başlıyor, kadro kurgulanıyor. Türk futboluna yeni isimleri o sezonun kadrosunda dahil ediyor. Galatasaray Sportif A.Ş.’nin eski Genel Müdürü Ömer Reşit Kükner ağabey ile yaptığımız bir sohbette benimle şu anısını paylaşmıştı: “Kalli’yi ilk kez Ali Sami Yen’de ki sezon açılışında gördüm. O gün 10 dakika kadar klasik ısınma hareketleri yaptırdı, hemen ardından çift kale yaptırdı. 15 dakika sonra ‘şampiyon oluruz’ demiştim. Oynattığı futbol benim seyrettiğim en iyi Galatasaray’dı, Hagi’nin oynadığı anlar hariç. Müthiş bir hoca idi, tarihimizin en iyi üç hocası arasına rahatlıkla koyarım.” Ayrıca gençlere verdiği değerle, Galatasaray’a ve Türk futboluna uzun yıllar hizmet edecek isimler haline gelmelerini sağlıyor. Dönemi izleyenlerin ortak ifadesi şu; Galatasaray’ın en iyi oynadığı yıllar… Toplu hücum, toplu savunma, hızlı çıkışlar, kanatlardan gelme… Hatta tam ifadeyle ‘yabancılar gibi oynuyorduk’ Stumpf ve Götz ise emniyet subabı gibi olmuşlar. Kalli’nin iş disiplini çok yüksek. O takım o sezon alınmadık kupa bırakmıyor. Derwall’in başlattığını, Kalli devam ettiriyor. O iskelet Galatasaray’ın Avrupa zaferlerinin iskeleti. Hatta öyle ki, bir sezon sonra deplasmandaki meşhur maçtan önce Manchester United’ı Galatasaray’ın o dönem ki hocası olan, eski yardımcısı Reiner Hollmann’dan önce defalarca seyredip gerekli telkinlerini yapıyor. 92-93 sezonunda diğer takımların hoca ve kadroları çok iddialı. Sezon sonunda zafer Galatasaray’ın. Galatasaray’da uzun yıllar yöneticilik ve başkanlık yapan Alp Yalman, Kalli için şunları söylüyor:”Ben hayatımda böyle bir adam görmedim!”
Kalli’nin ve Almanların iş disiplininin ne kadar yüksek olduğunu Derwall’in ölümü üzerine söylediği şu sözlerden anlayabiliriz: “80 yaşında bir arkadaşınızı kaybedip, sonra idmana çıkmak insana zor geliyor. Eşim de Derwall’in eşinin yakın arkadaşı. Umarım eşi de bunu kısa sürede atlatır. Cenaze törenine gitmek istiyorum ama şu anda kendisine ‘senin cenaze törenine gelmek istiyorum” deseydim, bana ‘işinin başında kal’ derdi. Cenazeye gidemesem de Almanya’ya gittiğimizde eşini mutlaka ziyaret edeceğim.” Böyle adamların yaşına, başına, tipine, şekline bakılmaz! Böyle adamlardan ders alınır. Her şeyin ötesinde bir sezon sonra Feldkamp’ın sayesinde kurulan takım, O’nun bıraktığı hoca ve gidip yerinde Manchester United’ı inceleyen, akabinde lig usulüne geçen, grup sistemli ilk Şampiyonlar Ligi’nde 8 yıldızdan biri olmamızı sağlayan Feldkamp! O efsane intro;
2007-2008/ Futbol Dahisi İş Başında
74 yaşında olan birisi için, hem de paraya, şöhrete, başarıya doymuş, hatta emekliliğin tadını yıllardır çıkaran birisi için Galatasaray gibi bir takıma, Türkiye ligi gibi kaosun, çatışmanın, bel altı vuruşların, sansasyonların bol olduğu, gündelik başarının esas olduğu, heyecan ve tansiyonun sürekli yüksek olduğu bir lige dönmenin tek bir açıklaması vardır: içindeki Galatasaray sevgisi! Böyle bir profil için bunun başka açıklaması olamaz. Hani bazılarının ‘seviyor-muş’ gibi yaptığı Galatasaray sevgisi! Feldkamp resmen Galatasaray için ‘savaşmaya’ geliyor.
Galatasaray için tekrar savaşmaya başlıyor Feldkamp. Herkese ayrı ayrı ders vererek devam ediyor süreç. Takımından basınına, tesislerden buradaki futbol kültürüne sürekli ders veriyor. Elindeki kadro rakiplere göre ileride değil, ama kovalıyor, sürekli kovalıyor ve durmuyor. Barış, Servet, Volkan, Emre Güngör, Serkan Çalık, Orkun gibi futbolcuları da bir şekilde kadronun aktif üyeleri haline getirmesi, bu isimlerin o sezon 20 maçın üstünde görev almaları ve hatta şampiyon olmaları… Bu Feldkamp’ın ne kadar büyük bir hoca olduğunun ispatıdır. Şampiyonluğa giderken 6 maç kala yönetimle arasındaki sıkıntıdan ötürü gitme kararı alması, o şampiyonluğun Feldkamp’a yazılmasını engel değildir! O şampiyonluk Feldkamp, O’nun topçuları, ekibi, sistemi ve etkisi sayesinde geldi. Hatta belki de yine birilerine kendince ders verip, takımın bu etkiyle şampiyon olmasını sağladı…
Takımın kaptanı ve ‘papazı’ olan Hasan Şaş’a düdük fırlatması bile her hocanın yapabileceği bir durum değildi. Ön görüleri, çıkışları, söylemleri, sistemi, çalışma prensipleri ile Galatasaray çok büyük hocayı yaşadı. Otoritesini her alanda hissettiriyor ve yansıtıyordu. Rahatsızlığı nedeniyle takımın başında Ahmet hocanın olduğu bir dönem oldu. Kalli giderken de takımı Ahmet hoca idare etti. Yani sezon içi veya sonu, değişen bir şey olmadı, o sistem yürüdü.
Feldkamp varsa rahatsınız bir kere, aynı Fatih hocada olduğu gibi. 10 kişi kalan takımı geriye çekmek yerine, daha çok saldırmalarını söyleyen, en önemli yıldızları bile önemli bir maç öncesi kadro dışı bırakabilen bir adamdı. Lincoln ve Hakan’ın kadro dışı kalması üzerine basın mensuplarından gelen sorulara şu cevabı veriyordu:”Lincoln kuzenleriyle eğlenmek istiyordu, ben de bunu yapmasını sağladım. Hakan ailesi ile daha çok vakit geçirmek istiyordu, şimdi geçirebilir. Burası kreş değil, Galatasaray.” Bunu söylüyor ve ardından Beşiktaş’ı 2-1 yeniyordu Galatasaray.
O dönem kendisine en çok sorulan sorulardan birisinin içeriği de Arda’ydı. Feldkamp şunları söylüyordu:”Türkiye’de hep Arda Turan Avrupa’ya gitmeli mi diye konuşuluyor ama bana göre asıl konuşulması gereken Galatasaray Yönetimi Arda’yı takımda tutmalı mı! Bunun konuşulması gerekiyor çünkü Arda Turan Galatasaray’da çok büyük paralar kazanıyor ancak aldığı paranın karşılığında hiçbir varlık gösteremedi.”
Camianın tepkilerini çeken olayların neticesinde ise şunları söylüyor: “Kendisi şu anda milli takımda. Fatih Terim’in de bulunduğu bir ortamda bu konu konuşuldu. Biz de soruşturuyoruz. Arda, milli takımdan döndüğünde bu konu gündemimizde olacak. Burada değişik görüşler var. Arda’nın bir özel yaşamı var ve istediğini yapabilir. Ama diğer taraftan her kulübün de yaptığı anlaşmaları var. Bunun gereği oyuncuların yapması gereken şeyler konusunda kulüp yönlendirici olabilir. Bizim futbolcularımızla yaptığımız mukavelelerde Bursaspor maçı öncesi nasıl yaşamaları gerektiği net bir şekilde bildiriliyor ve uyulmak zorunda.”
Tavizsiz, işine sadık, çalışmayı seven ve şartlar ne olursa olsun kişilerin değil, takım olmanın önemini vurgulayan ve bahanelerin arkasına saklanmayan bir profil. Aynı duruşu basın mensuplarına da gösteriyor elbet. Galatasaray içinde kaos oluşturmak isteyenlerin el sıvazlayışlarına şu sözleriyle son veriyor:”Önümüzdeki dönemde, temenni etmiyorum ama, bir maç kaybettiğimizde yazılacakları merak ediyorum. Almanya’da teknik adamlar için sürekli eğitim ve yenileme seminerleri verilir. Artık bunlara katılmamaya karar verdim, çünkü bana eğitim verecek kişileri basının arasında görüyorum. Sınıfta kaldığım konusunda bir yazı vardı; evet kaldım, ama benim sınıfım teknik adamların bulunduğu en üst sınıf. Birincisi, bilmenizi istiyorum, hiç bavulum yok. Bavulumla değil, spor çantayla geldim. Toplanacak bavulum olmadığın bilin. İkincisi de herkes zirvede bırakmak ister. Ben de zirvedeyim şu an. Takımım lider. Ama henüz hiçbir şeye ulaşmadık. Bu takımla ulaşmak istediğim o kadar çok hedefim var ki, bırakmak için hiçbir neden yok.”
Şüphesiz karakterini tek koyduğu yer saha içi değil, saha dışı aynı zamanda. Aslında Feldkamp oyuncu, sistem, taktik konularında soru sorulmasını seviyor. Bir basın mensubunun “Volkan Yaman serbest vuruş kullanmaya devam edecek mi?” sorusu üzerine:”Ben kullanamayacağıma göre evet O kullanacak.” Bu cevaptan sadece o basın mensubuna cevap vermediğini, oyuncu grubuna da açıkça bir mesaj verdiğini görebiliyoruz. Feldkamp bunları bu yaşta neden yapıyor?
Transfer döneminde kendisine sürekli transferler soruluyor. Feldkamp takımına özgüven depolayacak şu cümleyi söylüyor: “Ben adı geçen isimler yerine şu anda bizimle olan kişilerle ilgilenmeyi tercih ediyorum!” Net adamdır Feldkamp, duruşu, çizgisi hep aynıdır. Birilerine şirin gözükme gibi bir çabası olmamıştır herhangi bir zaman. Doğrusunu söylemekten geri durmamıştır.
Türk futbolunda patlak veren şike olayları için şu netliği göstermekten geri durmamıştır: “Şike soruşturmasında adı geçen kulüplerin ceza alması gerekiyordu. Türk Futbol Federasyonu’nun verdiği ya da vermediği karar tam bir hayal kırıklığı. Ben de şaşkın ve üzüntülüyüm. Almanya ve Avrupa’nın değişik ülkelerinde yaptığım temaslarda bana Türkiye’deki bu durumla ilgili çok sayıda soru soruluyor ve verecek cevap bulamıyorsunuz.”
İleri görüşlü bir adam aynı zamanda Feldkamp. Yerli ya da yabancı oyuncular, sistem, Türk futbolu için ön gördüğü hemen her şey yaşandı veya yaşanıyor. Yıllar evvel manifesto niteliğindeki şu sözlerini dikkatle okumanızı rica ediyorum: “Buradaki insanların kendini büyük görmesi, diğerlerini küçümsemesi anlayışına neden olan kişiler gazeteciler. Belki bu çok hoş değil, özür dilerim ama bu gerçeği söylemem lazım. Alman futbolu ile Türk futbolu arasındaki en büyük fark bu. Alman futbolu, uluslararası turnuvaların hepsinde başarılı oldu. Türkiye’nin katıldığı 2002 Dünya Şampiyonası dahil, hep başarılı oldu. Bizim futbolcularımız, Almanya’dakilerden veya diğerlerinden kötü değil. Yetenekli oyuncularımız var ama bu futbolcularla daha başka, daha iyi işler yapmamız lazım. Çalışmalarımız bunun için. Almanya’da 9-10 oyuncu alabilecek olanak ve kanunlar var. Burada, sistemde de hata var. Almanya’da her türlü şey serbest ama burada sahaya sürebileceğimiz yabancı sayısını 6 ile sınırlı tutuyoruz. Avrupa’nın çok iyi takımlarına karşı oynuyorsanız, bu Bayern Münih olur, Barcelona olur… Gönül ister ki siz de aynı şartlarda karşılaşın.”
Yıllar evvel bugün gündemimizden düşmeyen ‘yabancı sınırlaması’ konusu başta olmak üzere, diğer tespitleri ne kadar da doğru değil mi? Kalli “bizim” diyor, buraya ait, buralı hissediyor ve burayı yaşıyor. ‘Bizler’ ise hiç çekinmeden, popülist söylemlere, şark kurnazı gazeteciliklere, linç ve kaos kültürüne uyuyor ve o dönemler bir kısmımız bunların ekmeğine yağ sürüyor. İhtiyacımız olanlar bu gereksiz işler değil, Galatasaray’ın ve Türk futbolunun ihtiyaçları bu söylemler değil. Bizim için, bizi düşünen, sonra da bizden birileri olanlar var.
Geçmişe dönüp, O’ndan alacağımız çok ders olduğunu düşünüyorum. Kendisine duyduğum saygı sonsuz. Özellikle 74 yaşında sadece Galatasaray için her şeyi göz alıp verdiği ‘savaşı’ ve bu savaştan galip çıktığını hiç unutmayacağım. Ve hep üzüleceğim, yaş itibari ile O’nun ilk dönemindeki oynadığı futbolu canlı izleyemediğim için.
Buralardan bir beyaz tilki geçti… Dürüst, açık sözlü hatta bu topraklar için biraz fazla (!) çalışmayı seven… Bizden bahsederken “BİZ” diyen, diyebilen… İki kez teknik direktör olarak, iki kez danışman olarak görev başına geldi… Hemen hemen tüm futbolcular kariyer sezonunu O’nunla yaşadı. Bu sadece disiplin ile açıklanabilir bir şey değildi… Ve ne hikmetse öyle uğurlu bir adamdı ki, her gidişinin ardından Galatasaray ligi süpürmesini bildi, O’nun kurduğu iskelet ile, belki bir belki iki sene sonra… Bu topraklara bir ‘Beyaz Tilki’ geldi, O bir disiplin abidesi, O bir efsane idi… Ustalara saygı kuşağımızda, adı duyulduğunda hâlâ saygı uyandıran, hâlâ heyecanla herkes tarafından bir-iki anısı anlatılan bir adam… Galatasaray için o yaşında bile savaşmayı göze alan bir adam!
Galatasaraylılar seni hiç unutmayacak büyük usta!
(*) Dizsiplin, disiplin kelimesinin Almanca’sı.
Twitter: https://twitter.com/ilkeryaziyor