Kendi beklentilerimiz ile kendimizi baskı altına alıp ardından bol bol kendimizi eleştirdiğimiz bir maçı daha geride bıraktık.
Bu karmaşık hislere nasıl geldiğimizi hatırlayalım.
İnanılmaz paralar ile geçirilen bir transfer dönemi yaşandı. Takımın başında Tudor vardı. Futbolcu alırken tercihler genel itibariyle isimli ve kariyerli oyunculardan yapıldı. Sosyal medyada popüler olan bir görselde ifade edildiği gibi:
“Karışık yükle” denildi.
Ardından malum süreç ve hocanın gelişi.
Fatih Terim takımın başına geldiği an itibariyle taraftarın küfür ettiği ve o an için serbest kalsa kendime kulüp dahi bulamayacak isimlerden verim almaya başladık. Herkes hatırlıyor tek tek yazmayalım.
Ve dünkü Şampiyonlar Ligi maçında, Donk (kadro dışı idi), Linnes (sol bek alternatifi olarak kadroda tutulmuştu, nadiren yüzüne bakılıyordu), Eren (herkesin bu takımın santrforu olamayacağı noktasında düşündüğü bir isim), Belhanda (taraftarı ve futbol kamuoyunu ikiye bölen, ilk fırsatta satılması gerektiği şiddetle ifade edilen), Ozan (altyapıdan henüz çıkmış), Maicon (maliyeti altında ezilen, ağırlığı dillere destan olan, onlarca puan kaybına sebep olduğu ifade edilen), Sinan (bu adamdan artık olmayacak, bununla yola çıkılmaz denilen) gibi isimlerin hepsi ilk 11’de başladı.
Bu noktada kendi kendimizle çelişip, bol miktarda dönüşler yaşıyoruz.
Gündelik yaşamaya alışkın insanlar olarak, kendi kendimize gündelik hedefler oluşturup oraya ulaşamayınca fikrimizin terse yatması sebebiyle yeni gerekçeler üretiyoruz.
Biraz empati yapmalı ve objektif düşünmeliyiz.
Geçtiğimiz sezon kadro yetersiz, ciddi takviyelere ihtiyacımız var denilen kadrodan bir stoper ve takımın gol silahını kaybetmiş halde gruptan çıkmaya çalışıyoruz.
Bence Galatasaray, mevcut şartlar içerisinde oynayabileceği seviyede bir futbol oynayarak dün iki puan kaybetmeyip bir puan kazanmıştır.
EPL görmüş Ndiaye, 60. Dakikada bitiyor ve kullanılan korner esnasında (sanıyorum 65. Dakikada) Nagatomo’ya “sen git ben geride bekleyeyim” diyorsa takımın fizik gücünün ne seviyede olduğuna siz karar verin.
Yine de öyle veya böyle maçı bize döndürebilecek şansları yakaladık fakat ondan çok daha fazlasını kalemizde gördük.
Savunmamızın ağırlığından dolayı oyunu oldukça geride kabul ettik. Ve hatta Ozan-Maicon arasına devamlı atılan topları engellemek için Donk’u da geriye doğru çektik.
Aslına bakarsanız Fatih Terim, Thomas Tuchel’in büyüklere kafa tutup herkese kan kusturduğu dönemde uyguladığı formasyon değişiklikleri ve sürpriz taktiksel hamlelere çok benzer değişiklikler de yaptı. Fakat nitelik anlamında da fiziksel olarak da hocanın bu reaksiyonunu sahaya yansıtacak bir futbolcu grubu maalesef ki yoktu.
Rakibin kopyası gibi dizilerek üçlü oynadığımız süreç de oldu. Dörtlü savunmaya dönüp savunmayı öne çıkarmaya çalıştığımız zaman da oldu.
Bir de ilginç nokta var ki, Eren yokken pivot oyunu oynayan takım Eren ile oynarken ilk son çizgiye son yarım saatte inebildi.
Takıma top tutsun ve tempoyu ayarlasın diye sonradan giren Selçuk, atağa kalkarken hücum setlerinde ileriye doğru attığı şiddetinden dolayı kaybedilen yahut rakibe teslim edilen en az üç pas ile takıma ekstra koşu mesafesi bindirdi. Ve artı olarak rakibin hücum sürekliliğini biz kendimiz sağladık.
Yuto’nun mecburi değişimi ardından Ömer Bayram’ın girişi de oyunu değiştirmediği gibi o bölgeden iki de çok tehlikeli atak yedik.
Mevcut kadroda topa basıp gerektiğinde tempoyu ayarlayan bir adam yok. Rakibin atak devamlılığı engellemek adına top çevirip onları uyuşturacak bir adam yok. Top çevirecek atağın yönünü tek seferde değiştirebilecek bir adamımız yok. Genel futbolcu profilimiz, her alanın direkt ileriyi düşündüğü, pas almak için boşa çıkmak yerine topu ayağına aldığında en kısa yoldan kaleye inmeyi mümkün kılacak şekilde pozisyon alıp rakibin arkasına gizlenen birçok isimden oluşuyor.
Garry, Sinan, Belhanda ve Ndiaye pas oyunu oynayıp rakibi sahasına hapsedecek türden değil tam tersine her aldığı topla ileriyi zorlayıp ya neticeye ulaşan ya da kendi takımına kontratak yediren tipte oyuncular. Daha çok kontratak oyununa yatkın isimler.
Genel kadro profili ile Hoca’nın futbol mentalitesi arasında çok ciddi farklılıklar var.
Yerli Monchi ve “istenmeyen başkan” döneminde alınan hiçbir ismi hoca onaylamazdı diye düşünüyorum.
Maç yazısından çok bir kadro mühendisliği yazısına dönüştü. Fakat Hocanın istedikleri ile kadronun ona verdikleri oldukça farklı.
Hep rakip analizi yapıyor onların eksiklerine ve iyi yaptığı şeylere odaklanıyoruz. Bizim takıma baktığımızda ise iki şey öne çıkıyor.
1- Ekstra bireysel performanslar ile neticeye tesir etme
2- Hocanın şapkadan tavşan çıkarması.
Yukarıda iki maddede sıraladığımız özelliklerimiz ile takımımızın durumunu ortaya koyduktan sonra şunu söyleyebilirim ki;
Bu takım grupta gayet iyi durumda ve halen gruptan çıkma ihtimalimiz varsa bu da hocaya yazar.
Avrupa Uluslar Ligi bence de oldukça gereksiz bir organizasyon. Şampiyonalara katılamayan ülkelerin gazını almak ve sponsorları biraz daha yontmak adına düzenlenmiş gibi duran bu organizasyon sebebiyle bütün takımların rotasyonları risk altında. Zaten oldukça sıkışık olan fikstüre bir de bu gereksiz organizasyon eklendiğinde ortaya vahim sakatlık ve yorgunluk tabloları çıkıyor. Kulüplerin geleceklerine ve finansal getirilerine ciddi bir tehdit olan bu organizasyon, yakın zamanda çok eleştiri alacak gibi duruyor.
Galatasaray, ait olduğu ligde, halen daha gruptan çıkma ihtimalini de cebinde tutarak, seviyesine uygun pragmatist bir futbolla hedefine adım adım ilerliyor.
Taraftarın da desteği bu perspektifte olmalı diye düşünüyorum. 1.5 milyar Euro kadro değeri olan takımların da olduğu bu ligde makul ve mantıklı hedeflere doğru oyunla ulaşmak, çizilebilecek en doğru yol haritası gibi duruyor.
Bir paragraf da demeçler için yazmak istiyorum.
Takımın her puan aldığı maçın ardından, kulübün basın sözcüsü sayın Abdurrahim Albayrak, ilginç açıklamalarda bulunuyor.
Dünkü maçtan sonra da aslında 1 puana sevinmemiz gerektiğini söyledi. Sizler bizim algımız ile uğraşmak yerine doğru tespitler ile doğru icraatlar yapmalısınız sayın “Başkan Yardımcısı.” Kulübün mevcut şartları ve kadro durumu ile ilgili tespitleri yapıp bunları ifade edecek kişiler bence kulüplerin yöneticileri değildir. Onlar icra makamı, biz taraftarlar ise meseleyi yorumlayan taraflarız. İyi taraftar olmak ile iyi bir yönetici olmak arasındaki fark büyüktür. Bence artık iyi bir Galatasaray taraftarı olmanın yeterli olmadığını, icraat ve planlamaya da ihtiyacımızın olduğunu herkesin anlaması gerekiyor.
Sizler hocanın mental yapısına uygun kadroyu FFP kapsamında kurun. Biz nerelere sevinip nerelere üzülmemiz gerektiğine kendimiz karar verelim.
O eski saldıran, agresif ve rakibi oyununu kabul ettiren Galatasaray için özlemle bekliyoruz. Belki gelmesi uzun sürecek ama… Nefes varsa umut da vardır…
Twitter: http://twitter.com/hykmet
Blog’un kuruluş amacı ve isim hikayesi için https://www.3numaraliuye.com/3-numarali-uye/yazısını mutlaka okuyun!