Bana “Futbol”dan Hayatını Anlat
Erdal Hoş abi, katıldığım bir söyleşisinde “Futbol bir şeye sebep olmaz, futbol bir şeyi tetikler ya da devam ettirir.” demişti. Bu cümlenin doğruluğunu 2. Dünya Savaşı sonrası ülke ideolojilerin yayılmasında futbol müsabakalarının belirleyici bir rol üstlenmesi veyahut rivalriers derbilerdeki rekabetin oluşum temelinin mezhep, ekonomik şartlar, sınıf farklılıkları gibi nedenlere dayanıyor olması örneklerinde görebilirsiniz. Daha özele indirecek olursak bu durumun içine bazen bireysel olarak futbolcu da dahildir. Maradona’nın Tanrı’nın Eli; İngiltere-Arjantin arasında geçen Falkand Savaşı’nın sahadaki bir yansıması, bir isyanın göstergesidir. Peki ya, taraftarı bu olayın neresine dahil etmek gerekir?
“Taraftar olmak” her ne kadar modern çağ futbolunun bazı getirileriyle birlikte kendi özünde olmayan vasıflar yüklenmiş ve bazı bozulmalar yaşamış olsa da aslında temel en basit haliyle hep aynıdır: “Bir takıma duygusal bağlarla bağlı olmak.” Bu esas, taraftarlığa izleyici olmaktan farklı olarak bazı nitelikler yükler. Futbol izleyicisi meşin yuvarlağa bir müşteri edasıyla yaklaşır. Taraftar içinse futbol, tutulan takım, kışın tribünde sallanan atkı, 90 dakikaya sığdırılamayan maçlar, çok sıcak bir günde stada yürürken söylenen tezahüratlar, omuz omuza verilen dostlar, kazandım derken yaşanılan mağlubiyetler, beklenilmeyen zaferler, bir kenarda maç bileti almak için biriktirilen paralar, deplasman için kilometrelerce gidilen yollar; stadını ev, futbolcusunu evlat sayan yaş almış abiler ve daha pek çok etkenin birleşiminden oluşur. Böyleyken yukarıda bahsettiğim “futbolun bir şeyi tetiklemesi ya da devam ettirmesi” olayı bir taraftar için yalnızca siyasi, sosyal, kültürel nedenlerle sınırlı kalmaz, duygusal sebepler de bu durumun bir parçasıdır. Değindiğim yönüyle bir takım, bir kişinin yaşadığı şehri, beraber tribünde besteler söylediği babasını, maç günleri galibiyet için dua ettirdiği vefat etmiş nenesini, doğar doğmaz üzerine takımının renklerinde kıyafetler giydirdiği evladını yaşattığı yer olabilir. Bundandır ki kendini bildi bileli tuttuğu takımın mensubu olanlar dışında pek çok taraftar olma hikayesiyle karşılaşırsınız.
Herkesin Bir Hikayesi Var
-Soğuk bir pazar günü. Yanımda benden yaşça büyük bir dostumla iliklerimizi ısıtabileceğimiz bir yer arıyoruz. Akşamına maç var, o zamana kadar vakit geçirmek niyetindeyiz. Taksim’in ara sokaklarında denk geldiğimiz kafelerden birini uygun gördük. Ben, oturur oturmaz iki çay söyledim. Maç kritiği, takımın gidişatı, rakibin durumu, ligin sonunda ne olacak, Avrupa muhabbetti, yönetim eleştirileri derken o iki çay; dört oldu, sekiz oldu, arada kahveler gitti geldi, hayli sigara içildi. Kalkmamıza az kala son kez tazelettik çayları, o ara sırf muhabbet olsun diye bir soru sordum:
“Abi, sen kendini bildin bileli bu takımımı mı tutuyorsun?”
Bakışlarının buğulandığını gördüm. Gülümsedi. Bir sigara daha yaktı, çayından içti. Gözleri sandalyenin kenarına astığı atkısının üzerindeki takım armasına takıldı. Sonra tekrar bana döndü:
“Bizim peder bey ezelden beri sert adamdır. Hiçbir zaman ne bana ne kardeşlerime sevgisini gösterdiğini hissetmedim. Bizimle pek bir şey de paylaşmazdı. Bir günden bir güne karşısına alıp sohbet ettiğini hatırlamam, tek bir durum hariç. Galatasaray. Galatasaray’a gönülden bağlıydı babam. Mağlup olurlar birkaç gün yüzü asık gezer, öylesine. O zaman küçüğüm neyi bu kadar sevdiğini de anlamlandıramıyorum, hatta hatırlıyorum da arada onu takımından kıskanırdım.” Derin bir nefes daha çekti sigarasından. “Ne diyordum, Galatasaray. Biraz büyüyünce maçlara alıp götürmeye başladı beni. Sahayı görebileyim diye omuzlarına alıyor, gol oluyor kucağına alıp havalarda zıplatıyor filan… Az daha yaş alınca ben de iyiden iyiye Galatasaray konuşur hale geldim. Arada karşısına otururdum sadece Galatasaray konuşurduk, konuyu değiştirip başka bir şey konuşmaya da pek yeltenmezdim ne yalan söyleyeyim. İşte o omuzlarda olduğum kısa sürede beni sevdiğini, karşılıklı konuştuğumuz birkaç dakikada beni gerçekten dinlediğini hissederdim. Oradan bu yana Galatasaraylıyım.” Bardağında kalan son yudumu dikti kafasına. “Gerçi şimdi büyüdük, kazık kadar adam olduk. Ama bazı şeyler hiç değişmiyor. Galiba Galatasaray benim babamın sevgisi, zaten bu vazgeçemezliğim de ondan.”-
Okuduğunuz bu anı sadece onlardan biri. Bu yönüyle taraftarlık bir şeylere bağlılığın ve ait olmanın da devamı niteliğinde. Tabi, televizyonların insanı tribünlerden uzaklaştırdığı, tribüne gideninse takımını sosyal medyada pr çalışması olarak kullandığı, galibiyet odaklı sahiplenmelerin yapıldığı, bir haftalık kötü gidişata bin vaveylanın çıkartıldığı, futboldan çok kişi egolarının kendine yer bulduğu ve taraftar yapılanmalarının ekonomik kaygılar ve kurucu şahsiyetler üzerine inşa edildiği bir “taraftar” anlayışında bu hikayelerin yazılması ne kadar mümkündür bilemeyeceğim. Ancak sayısı azalsa da hep var olacakları konusunda umudum tam.
Albert Camus, futbol için “Hayata ve ahlaka dair ne biliyorsam ondan öğrendim.” der. Bu cümleyi filozofun ermiş olduğu bir gerçeklik olarak görürüm. Zaten bu sebeptendir ki “Futbol sadece futbol değildir.”
https://twitter.com/zubeydeozcann
3 Numaralı Üye’nin notu: Yeni açtığımız you tube kanalımızı ziyaret edin. Videoyu beğenip, abone olun. Ayrıca Galatasaray’a bizimle birlikte dokunun! ⇓ ⇓ ⇓
Ayrıca yeni açtığımız ana twitter hesabımızı: https://twitter.com/3numaraliuyecom hesabımızı takibe almayı unutmayın!