Uzun bir aradan sonra TFF, HAKEM, YÖNETİM, HOCA ve üstümüze oynanan oyunlardan bağımsız bir maç yazısı yazabileceğiz.
Hepinizin malum olduğu üzere Şampiyonlar Ligi serüvenimiz dün akşam oynadığımız Porto maçıyla birlikte sona erdi. Dişimize göre rakiplerin olduğu bu gruptan; biraz şanssızlık, biraz becerisizlik (Porto deplasman maçı gibi), biraz bireysel hatalar, biraz da eksiklikler gibi nedenlerden dolayı çıkamadık ve Avrupa maceramıza Uefa Kupasında devam etmek zorunda kaldık.
Yukarıda da yazdığım gibi, uzun bir zamandan sonra ilk defa dış etkenlerden bağımsız bir maç yorumlayacağız.
Porto karşısına 4-3-3 gibi geride tandem oluşturan iki stoper ve kanat beklerle, (Mariano, Maicon, Ozan, Nagatomo) koşan, kademe anlayışı iyi olan, genel olarak önde basmaya çalışan üçlü orta saha (donk, N’diaye, Fernando) biri çabuk, diğeri oyun kurucu rolünde iki ofans kanat (Feghouli, Garry) ve tek forvet (Eren) şeklinde sahaya çıktık.
Futbol oynamaya ve tam kadroya yakın bir düzenle sahaya çıkmayı özleyen takımımız seyircinin de müthiş baskısıyla maça hızlı başladı. Geriden Maicon’la, Ozan’ın takımı öne ittirmesiyle Porto’nun birinci ve ikinci bölgesine baskı yapmaya çalıştık. Özellikle N’diaye – Fernando ikilisinin kaptığı toplarla da hızlı oyuncularımızı kullanıp atakları olgunlaştırdık.
Ne yazık ki, bireysel hatalar zinciri bu maçın genelinde de yakamızı bırakmadı. Baskı yapıp oyunun hakimiyetini elimize aldığımız bir zaman diliminde Eren’in rakibini yanlış tutması sonucu ilk golü kalemizde gördük. Süper Lig ve Şampiyonlar Lig’i düzeyinde oynayan bir oyuncu nasıl bu kadar savruk hatalar yapıyor anlaşılacak gibi değil. Bugün, 5-6 yaşında futbol okulunda spor yapmaya başlayan çocuklara bile kendi aralarında maç yaparken olası bir duran topta nasıl pozisyon alınacağı anlatılıyor. Rakibi almak için kale ve tuttuğu oyuncunun arasına girip kalesini kollayacağına, golü atan Felipe’nin arkasında durdu ve Telles’in harika ortası sonucunda topu filelerimizden çıkartmak zorunda kaldık.
Golü yedikten sonra hem moral hem de oyun olarak düştük maalesef. Bunun devamında da penaltı olup olmayacağı tartışılır bir pozisyonda ikinci golü kalemizde gördük. Burada yediğimiz penaltı golünden bağımsız değinmek istediğim başka bir şey de Muslera’nın penaltılarda ki başarısızlığı. Çok uzun zamandır penaltı çıkartmıyor. Çıkartmadığı gibi de doğru köşeyi bulmakta bile zorluk çekiyor. İlerleyen zaman diliminde penaltılara kalacağımız Avrupa maçları olabilir. O yüzden bu vuruşlar üzerinde bir tık daha fazla çalışılmalı diye düşünüyorum…
Porto’nun attığı ikinci golden sonra Garry’le hazırlanan penaltı pozisyonunun Feghouli’yle gole çevrilmesi ikinci yarıya dahada umutla bakmamıza neden oldu. 45. dakikada çalan düdükle birlikte seyircisiyle bütünleşen takımımız özellikle Feghouli – Mariano ikilisinin sağ kanadı koridor eder performansıyla rakip kaleye yüklenmeye başladı. Porto’nun cılız atakları ikili üçlü sıkıştırmalarla engelleniyor top kalemize gelmeden son buluyordu. İlk yarıda ki gibi tam baskıyı kurup maçı çevireceğimiz anlarda yine bireysel bir hatayla üçüncü golü yemekten kurtulamadık. Sahaya yüreğini koyan ve Aslanlar gibi mücadele eden Ozan kardeşimizin canı sağ olsun demekten başka bir şey gelmez elimizden…
Skor her ne kadar 1-3 olsa da arzulu futbol ve kazanma isteği seyirciyi, -takımımızı maçtan düşürmedi. Garry maçın genelinde ki iyi oyununu, yüklendiğimiz dakikalarda yaptığı asistle perçinledi, Eren’e golü attırdı. Eren maç içerisinde birinci golü yememize neden olmuş olabilir, iki tane de çok net gol kaçırmış olabilir. Lakin; bana kızanlar olacaktır ama bu maç özelinde gayet istekli ve iyi oynadığını düşünüyorum. Bir ara hiç yapmayacağı işleri yaptı, tekmeye kafa falan uzattı. Normal şartlarda parmak ucunda oynayan Eren için beklenmedik hareketler bunlar. Skorun 2-3’e gelmesiyle iyice gaza gelen takımımız ilk golde ki penaltının mimarı Garry’le bir penaltı daha kazandı. Burada ki ayrıntı, Garry’nin istekli ve öz güvenli oyununu penaltı atışıyla pekiştirmesi olacaktı. Beyaz noktaya gelen Feghouli’ye kendi yarattığı penaltıyı kullanmak için ricacı olsa da Fas’lı yıldız bu duruma müsaade etmedi. Kaçan penaltıyla birlikte Garry’nin üzgünlüğü Feghouli’yi buldu diyebiliriz sanırım. Şahsım olarak Feghouli’nin penaltı kaçırmasına hiç takılmadım. Süre bulduğu ilk dakikadan çıktığı son dakikaya kadar harika bir oyun oynadı. Bu zamana kadar Feghouli isminin geçtiği her yerde ” nerede o Valencia günlerinde ki Feghouli” cümleleri hakim oluyordu. Valencia’lı Feghouli dün akşam aramıza dönüş yaptı arkadaşlar. İcraat yaptıkça da daha iyi olacak inşallah.
Onyekuru’yu her maç sonunda eleştirmek üstümüze yapışacak sanırım. Yukarıda yazdığım gibi, Feghouli’nin kaçırdığı pozisyona takılmadım, takıldığım nokta; Onyekuru’nun yine kaçak oynayarak sakatlanma korkusuyla pozisyonun devamında topa girmemesi. Önde olmasına rağmen geriden kelle koltukta gelen Porto’lu oyuncu topu uzaklaştırdı ve olası bir golü önledi. Bizim Onyekuru’nun umrunda mı? Tabiki değil… (umarım devre arası takımına geri döner)
Galatasaray olarak her ne kadar alınan sonuç bizi üzse de tam kadroya yakın çıkılan bir maçın ardından oynanan futbol geleceğe ilişkin umutlarımızı arttırdı.
Bata çıka geldiğimiz derenin sonu Başakşehir maçına çıkıyor maalesef. Aranın iyice açılmaması, şampiyonluk yüzdemizin daha da düşmemesi adına ilk yarının final maçına geldik diyebiliriz. Fatih Terim ve Aslanları bu zamana kadar bir sürü engeli başarıyla aşıp başarıya giden yolda sorumluluk almayı fazlasıyla bildi. Şimdi 30 milyonun mutluluğu üzerine kurulu bu sorumluluğu icraata dökme vakti.
İyi futbolla, eze eze yürüye durun ASLANLAR…
Twitter: https://twitter.com/emana312
Ana hesabımızı takip etmeyi unutmayın: https://twitter.com/3numaraliuyecom