Söyleşi-Alp Özgör

0
3110
Yüzüncü yıl Galatasaray formasıyla Alp Özgör...

Sitemizin bugünkü konuğu bazılarınızın tribünde yıllarca omuz omuza beraber nice acılara ve tatlı zamanlara ortaklık ettiği, bazılarınızın da hiç bilmediği ama tanıyınca çok seveceği; Galatasaray tribünlerinin sevilen simalarından, UltrAslan’ın kurucularından ve isim babası, Galatasaray’ın taze üyesi Alp Özgör var. Alp Bey’e bu tatlı sohbet için çok teşekkür ediyoruz.

İlker: Galatasaray’la yolunuz ne zaman ve nasıl kesişti?

Alp Özgör: Biz aileden Galatasaraylıyız, enteresan bir hikayemiz var. Annemin dayısı büyük dayımız annemin bana hamile olduğu sene, 1966 senesinde Galatasaray maçında kalp krizi geçirerek vefat etmiş. Biraz da O’nun anısıyla herkes Galatasaraylı, hepimiz maçlardayız yıllardan beri…

İlker: Allah rahmet eylesin… Daim olur umarım Galatasaray sevdası nesillerden nesillere. Galatasaraylılık böyle başladı ağabey, peki ilk ne zaman maça gittiniz? Tribüne gitme ne zaman başladı?

Alp Özgör: İlk maçım 1979-1980 sezonu 1-0 kazandığımız Diyarbakır maçı. Tribünsel olarak kendim gitmeye başladığım 80 senesi, özellikle ben milat olarak Ankaragücü kupa final maçını alırım. Tribünde tanıştığım Enis Boeno şu anda Galatasaray Sicil Kurulu üyesi, Galatasaray Liseli’dir kendisi, 79 sonu 80 başları maçlarda buluşuyoruz, 81 ya da 82 senesinde maçtan çıktık Enis bana dedi ki: “Ben Etiler tarafına taşındım, nasıl gidiyorsun?” dedim ki “ben maçlardan çıkıyorum yürüyerek gidiyorum, Levent’te turşu suyu içiyorum adetim” turşu suyunu içtik devam ettik Etiler’e tam bizim evin önüne geldik, meğerse bizim karşı apartmana taşınmışlar, mahalleden bir arkadaş daha vardı Vefik diye, sonra yıllarca tüm maçlara deplasmanlara üçümüz gittik.

3 Numaralı Üye: Yıllardır tribünlerdesiniz, Galatasaray tribünleri ile diğer ezeli rakiplerin ya da Avrupa’daki takımların tribünleri arasındaki fark nedir sizce? Sizi en çok ne etkiliyor?

Alp Özgör: Galatasaray taraftarı çok inançlı ve büyük taraftardır. Özellikle o “14 senelik meşhur şampiyonluk çilesi dönemi” Galatasaray taraftarının çok olgunlaştığı, çok bütünleştiği bir dönemdir. Orası bizim için bir eğitim dönemiydi. Çünkü tribün gücü sportif başarıyla ters orantılıdır, özellikle o dönemlerde. Şimdi bu format bozuldu, taraftar endüstriyel futbol sayesinde seyirciye evrildi ama o zaman taraftar başarısızlıkla kırbaçlanırdı tabiri caizse… Biz o dönemden çok güçlenerek çıktık. 80’lerin ilk dönemlerinde Galatasaray taraftarı daha zayıftı ama sonrasında yükselen bir ivmeyle çok kenetlendik. O dönem tribünde Hüseyin ağabey vardı, ağabeylerimiz çok önemli işler yaptılar. Jenerasyon olarak ta çok kuvvetli jenerasyonduk, benim gibi 50’li yaşlarda dostlarımızı düşünüyorum da, hala bu sevdadan vazgeçmeyen, bu sevdanın peşinde koşan, tanınan tanınmayan birçok dostumuz var, hala durmadan devam ediyor, 80’lerden 2019’a kadar geldik. Diğer tribünlerle karşılaştırmak biraz zor. Yine başarılı dönemler üzerinden gitmeyi doğru buluyorum.

Bizim gençliğimizde Fenerbahçe’nin başarılı dönemleri vardı. Mesela hep söylerim; orta okulda 45-50 kişilik sınıfımızda 30-35 kişisi Fenerbahçeliydi, iyi dönemleriydi biz şampiyon olamıyorduk. Onların başarılı endeksli taraftarlıkları vardı. Ben kendi çevremdeki Fenerbahçeli arkadaşlara bakıyorum, mahalleden olsun sınıftan olsun, maçlara devam eden çok çok az. Burada çok önemli bir şey var, ince nüans var; başarıya odaklı taraftarlığa başlayanların taraftarlığı kuvvetli olmuyor. Avrupa deyince tabi yine jenerasyon, bizde Liverpool özeldir; internette bazen fotoğraflar dolaşıyor görülür. Spor Sergi’de olsun, deplasman yolculuklarında olsun çoğumuz da Liverpool atkıları vardır mesela, o dönemde üstünde takım adı yazan atkılar yoktu, annelerimize evde yünden atkı ördürürdük sarı-kırmızı, onları takardık boynumuza. Sonra yurt dışından getirtmeye başladık. Biz hep Liverpool atkıları getirtirdik, özel bir yeri vardır Liverpool’un bizim tribünde… O nedenle benim için Avrupa’da bir numara Liverpool’dur. Ali (Fil Ali) bu fotoğrafın Ankara deplasmanında olduğunu söyledi ama Gençlerbirliği maçımı yoksa Ankaragücü maçımı hatırlayamıyorum şu an.

Alp Özgör ve arkadaşları deplasman yollarında…

İlker: Zaman içinde tribün-taraftar-kulüp yapısı ve günümüz, hepsini bire bir yaşadınız. Eskisi gibi bir taraftar profili galiba artık dünyada hiçbir yerde yok bu endüstriyel futboldan ötürü. “Ali Sami Yen Ruhu” diye bir şey vardı, 18 bin kişinin ortaya koyduğu etkiyle 50 bin kişinin ortaya koyamadığı etki var artık, maçın 50. Dakikasında flaş açıp “oley” çeken seyirci var artık. Bizi bu hale ne getirdi? Bundan sonra hep böyle mi olacak? Yoksa eski Ali Sami Yen günlerine bir nebze de olsa dönebilecek miyiz?

Alp Özgör: Tabii burası çok zor, en son sorunun cevabını vererek başlayayım; eski günlere dönebilecek miyiz? Evet döneriz, ne zaman döneriz? Galatasaray’ın 2010-2011 sezonunda mesela biz biraz oraya döndük, derbiler hariç 3-5 bin kişi geliyordu, takım kötü, puan sıralamasında aşağıdayız… İşte o kemik taraftar bahsettiğin özlemini duyduğumuz taraftar profili. Sportif başarı olup, endüstriyel futbolun yarattığı seyirci profili tribüne geldiği zaman o havayı yakalamanın imkanı yok. Şimdi genel olarak bu konuya bakarsak zaman çok acımasız. Teknolojinin getirdiği bir sürü imkan, her şeyden haberdar olmak tribünü olumsuz etkiliyor. Taraftar eskiden kulüpte başkanı bilirdi, belki futbol şube sorumlusunu bilirdi, hadi bir tane sivri yöneticisi varsa onu bilirdi, şimdi herkesin eğitim durumundan aile yaşantısına kadar her şeylerini biliyorsun…

Bizim de arkadaşlarla hep konuştuğumuz, değerlendirme yaptığımız bir şey bu bahsettiğin telefon lambalarının yakılması… Ne amaçla onun yakıldığını, kimin icat ettiğini bilmiyorum, onu icat edeni bir yakalarsam zaten… Hiçbir anlamı olmayan şey, tribünde bir insan neden bunu yapar, niye maçı seyrederken böyle bir olaya sapar, ihtiyaç duyar anlamak mümkün değil… Eskiden minimum 2-0 olur dakika 89-90 olur çok çok “fincanı taştan oyarlar” derdik, böylece maçı kazandığını ilan ederdin, rakibi kızdırmak için söylerdin. Şimdi tek farkla devam ediyor maç, maçın bitmesine 5 dakika var “koyduk mu?” diyorlar. Yahu kardeşim top gelir oraya çarpar buraya çarpar gol olur, o tezahüratı ne yapacağını şaşırırsın… İşte o meşhur Metin Türel’in Ersun Yanal’a dediği gibi, Ersun istatistik falan anlatıyormuş, Türel demiş ki: “Hagi sana 40 metreden bir koyar, o istatistiği nereye koyacağını şaşırırsın”. İnsanlar neden bunu yapıyor anlamış değiliz. Aslında demin bahsettiğin konunun endüstriyel futbolun getirdiği bir şey…

Taraftar artık bir müşteri, senden beklenen ve sana biçilen bir rol var: “Alp kombine al, Store’dan forma al, gel tezahürat yap ama kötü giden şeyleri protesto etme bilmediğiniz şeyler var, ona karışma” gibi sana çizilen roller var. İşte o ışık yakanlar o rolü oynayan seyirciler, biz taraftarız. Skor ne olursa olsun, puan durumu ne olursa olsun, Galatasaray kötü de olsa durduk, duracağız. Biz derken benim gibi düşünenleri kast ediyorum. Adam maça geliyor cumartesi akşamı, maç akşam 7’de, 9’da maç bitecek adam kız arkadaşıyla ya da arkadaşlarıyla bar veya restoran’a gidecek, çünkü artık bu bir sosyal etkinlik haline getirildi. Futbol maçlarını sosyal aktivite olarak gören, sinema olarak gören bir taraftar profili var çünkü olay oraya getirildi. Hep söylediğim bir laf var; günümüz sporunda Galatasaray’ın rakibi Fenerbahçe, Beşiktaş değil, senin rakibin Cevahir, İstinye Park. Çünkü senin kulüp olarak ulaşmaya çalıştığın profil hedef kitlen onlar. Bizim frekansımızda çok forma giyilmez, var formalarım ama çok forma giymeyi sevmem. Formaya harcayacağım parayı deplasmanda harcamak isterim, takımın yanında olmak isterim, takımın yanında bir nefes olmak çok önemli.

Sadece futbol da değil, her branşa. Rahmetli Alpaslan’la sürekli su topu maçına da giderdik. Bir gün kapalı salonda meşale yaktık, yahu kapalı yerde meşale yakılır mı? (gülüyor) maç durdu, içerisi duman, camları açtılar, sporcular dondu bu sefer. Armanın olduğu her yerde olmaya çalıştık. Günümüz gençlerinin gördüğü profil bu, çokta eleştiremiyorsun bu nedenle. Esasen çağın getirdiği bir profil oluştu. Maç oynanıyor herkesin elinde telefon, bunu eleştiriyorum, gelmişsin seyretsene, herkes kameraman… Yakın zamanda bir fotoğraf var işin özeti…


Anı yaşamayı bilenlerle, hayatı başkaları için yaşanlar arasındaki farkı net biçimde ortaya koyan bir fotoğraf. Alp Özgör duygularını tek bir fotoğrafla ifade etti bize…

3 Numaralı Üye: Eski tribün ile yeni tribünün harmanlaması kötü mü olur sizce? Premier Lig taraftarı gibi Bundesliga taraftarı gibi bir profil olsa? Sanki tribündeki şiddet azaldı yeni profille birlikte, sosyal etkinlik olarak görmenin de böyle bir yanı var sanki.

Alp Özgör: Tabii Avrupa’yla karşılaştıracaksak, orada da bir şiddet var futbolda, ama orada bir ‘kavga’ kültürü var, taraftar grupları kavga ederler. Sokaktan geçen münferit taraftarlara, seyircilere o gruplar dokunmaz, onu kendilerine zul olarak görürler, bir sportif ahlak vardır. Bu eskiden Türkiye’de de vardı. Yanında bir adam geçerdi atkısını takmış, şapkasını takmış Fenerli biri düşmüş Galatasaraylıların içine, kimse dokunmazdı, tatlı laf atışmaları olurdu. Olayın içinde olmak isteyenler o kavgaların içinde olurdu, İngiltere’de de böyle. Mesela Trabzonluların İstiklal’de yaptıkları olay. Bir kere kimse kusura bakmasın futbolda “kısasa kısas” vardır.

Futbol böyle tiyatro gibi bir şey değil, bir ruhu var, elde telefon bilmem ne… Benim motivasyonumu etkiliyor. Mesela ben sol ayağımın üstünde iken 20. Dakikada gol attıysak kalan 70 dakikaya sol ayak üstünde izlerim mesela. Herkes böyle olsun demiyorum ama en azından takımla savunma yapmak, hücum etmek lazım… Maçta yorulacaksın bir defa. Eve geldiğinde yorulmuş olacaksın… Eğer o şekilde maça gideceksem gitmem, oturur televizyondan izlerim. Tribünün belli yerlerinde belli kişiler vardır, mesela bizim grubun orada boş koltuk bile olsa başka birisi bizim yanımızda izleyemez, bu onu taciz edeceğimizden değil “ne yapıyor bu manyaklar” der diye (gülüyor) eskiden bir “Sosyete Tribünü” vardı, Spor Sergi’de tabelanın karşısındaki tribün mesela. Galatasaraylı ama seyrediyor gibi… Eski Ali Sami Yen’de de Numaralı tribün mesela biraz öyleydi. Orayı bağıttırmak için kapalı, eski açık tezahürat yapardık. Stadyum büyüdü, eski stadyum da 5 bin kişi bağırınca ortalığı yıkıyorduk, burada 5 bin kişi bağırınca olmuyor, 20 bin kişinin bağırması lazım, büyük başın derdi büyük olur.

Alp Özgör ve Galatasaray aşkı.

İlker: Biraz geçmişe gidelim, ultrAslan’ın isim babasısınız, kuruluşu anlatır mısınız?

Alp Özgör: Esasen demin konuştuğumuz tribündeki memnuniyetsizlikten doğan bir ihtiyaçtan ortaya çıktı. Biraz kenara geçmiş, artık yavaş yavaş tribün emekliliğine doğru yol alan bir grup arkadaş “tribünler için ne yapabiliriz?” Tribünlerin eski şaşalı günlerine dönmesi için ne yapabiliriz?” düşüncesi ile yola çıktık. Ceylan International’de bir toplantı tertipledik, ne yapalım nasıl yapalımı konuştuk, Avrupa tribünlerinde nasıl oluyor gibi konular konuşuldu. İkinci oplantında isim meselesi konuşuldu. Daha önceden kafamda belirlemiştim ismi. İsim önerileri alındı toplantıda, 3 tane isim oylamaya gitti; bir tanesi “ultrAslan”dı önerdiğim, bir tanesi sevgili Sinan Yolageldi’nin önerdiği “Gala’s” tı Avrupalılar Galatasaray’a Gala diyorlar, Galatasaraylılara da Gala’s deniyor diye, diğeri de Edip’te Ali Sami Yen kapalısına atıfta bulunurak “Kapalı” idi.

Biz o gün çok demokratik bir seçim yaptık, iki ayaklı bir seçimdi. İlk turunda “Kapalı” elendi, ikinci oylamada ultrAslan çıktı. Hatta ortada bir yazı tahtası vardı, ortadaki “A”nın tek ve büyük olmasını da yazdım. Tribünleri eski haline getirmek için bir taraftar grubu olması lazımdı. Çok da önemli işler yapıldı, yeni açığın tamamını kaplayan bayrak, sonra meşhur 14 Şubattaki “ONLY YOU” görseli gibi bir çok güzel iş çıktı ortaya…

İlker: O günleri özlüyor musunuz?

Alp Özgör: Biz de bu özlem hep var, sadece futbolda değil. Eski mahalle kültürünü, komşulukları, sohbetler, dostlukları özlemeyen yoktur herhalde, biz biraz duygusal bir milletiz. Açmaz var burada; bir şey yoktu mutlu olmak çok kolaydı, şimdi her şey var mutlu olamıyoruz. Eskiden çok ufak şeylerle mutlu oluyorduk. Sosyolojik olarak hayatın bütünüyle taraftarlık-futbol-hayat birbirine tamamen paralel. Eskiden futbolda da çok mutlu oluyorduk. Hayatı eskisi gibi keyifli yaşayamıyoruz. Eskiden gol atmak daha kolaydı, hayata gol atmak da daha kolaydı. Eskiden oyunlar daha hareketliydi, o kadar kötü sahalarda fiziki mücadelenin daha düşük olduğu, orta sahaların daha kolay geçildiği, oyunun kale önlerinde oynandığı, heyecanın çok yüksek olduğu günlerdi. Ben Galatasaray maçları dışında da bir sürü maç izlerdim amatör ligler dahil, çünkü futbolu da çok seviyorum. Eskiden futbol da güzeldi.

İlker: Unutamadığınız maç ve maçlar hangileri?

Alp Özgör: Unutulmayan maç çok, birçok kişi Kopenhag’ı birinci sıraya koyarlar ama benim için olmazsa olmaz Werder Bremen maçı. Şampiyonlar Ligi’nde için ilk çıktığımız Manchester maçı da çok özeldi. İlk maçı 3-0 kaybettiğimiz, ikinci maçta Ali Sami Yen’de 2-0 yendiğimiz PSV maçı da çok özeldir. Ama Werder Bremen maçı benim için çok özeldir. Biz çok daha evvelden müzemize bir Avrupa kupası getirecektik o garip kar yağışı olmasaydı. Eskisi gibi kar yağmıyor İstanbul’a ama her kar yağdığında “Bana her kar Werder Bremen’i hatırlatıyor” yazarım. İşlerimi ayarladım, Eminönü’nden Beşiktaş’a, Beşiktaş’tan da Yıldız’a yürüdüm; her yerde yağmur yağıyor. Şirketten çıktım Gayrettepe’den Dedeman’ın oradan stada doğru yürümeye başladım, Dedeman’ı geçtim kar başladı. Stadyuma girdim maç başladı ama nasıl kar yağıyor. Rotariu’nun meşhur pozisyonu son dakilarda, kale çizgisi önünde kara çamura takılan topu bizim Avrupa kupası almamızı engelledi. Maç bitti stadyumdan uzaklaştık yine yağmur var. O gün Mecidiyeköy hariç İstanbul’un hiçbir yerinde kar yağmamış. Mecidiyeköy’de Ali Sami Yen Stadyumu’nun üstünde bir kar bulutu bizim Avrupa kupasından etti… Hayatımda en etkilendiğim maçtır.

3 Numaralı Üye: Ben de o maçı unutamam. Özellikle deplasmandaki 2-1’lik sonuçtan sonra Mustafa Denizli’nin: “Bunun Ali Sami Yen’i de var!” demesi tüylerimi diken diken etmişti. O gün okul vardı eve zor yetiştim sonlarına doğru, kahrolmuştum. PSG maçı da öyleydi, Hayrettin’in hataları olmasa Kupa Galipleri Kupası’nı da alabilirdik.

İlker: Bir çok maç var böyle dakikası dakikasına ezberimizde olan…

Alp Özgör: Buradan da şunu çıkarabiliriz; unutamadığımız maçlar hep Avrupa maçları. Galatasaray taraftarı Ali Sami Bey’in çizgisinden devam ediyor. Mağlubiyette de galibiyette de en unutulmaz maçlar Avrupa maçları.

Zübeyde Özcan: ultrAslan’ın kurulduğu günden bugüne olumlu/olumsuz bir değişim var mı?

Alp Özgör: En baştan beri hem sosyolojik olarak, hem futbol adına, hem de Galatasaray adına bazı değişimler olduğunu söylemiştik. Haliyle bu dönüşümlerden ultrAslan da nasibini aldı. İlk yola çıkan grubun devam etme şansı yok, herkes işinde gücünde vesair. Galatasaray hayatımızın çok önemli bir parçası, biz Galatasaray’ı çok öne koymuş insanlarız ama bu işlerle her dakika uğraşmak kolay işler değil. O koreografiler olsun, elle boyanan pankartlar olsun bunlar çok ciddi organizasyonlar. Eski stadımızda büyük organizasyonlar yapardık. Olaylı Juventus maçından önce bir hafta boyunca konfeti yaptık. Atık kağıtlar bulduk onları kestirdik, onlar lastiklendi, bildiğiniz dingilli kamyonla stada getirdik sokamadık. Bu işler çok vakit isteyen işler. Bizim kurucular toplantısında Jerfi Fıratlı ve Selim Sefada vardı… Galatasaray’da sonradan yöneticilik yapmış su topu takım kaptanı Orkun Darnel vardı… Şu anda Galatasaray Yönetim Kurulu Üyesi olan Okan Böke vardı; birçok bildiğiniz bilmediğiniz isimler vardı… Tabi biz bir yola çıktık ve yol açtık. O kuruluşu kurduktan sonra bizim devam edebileceğimiz bir durum değil. Galatasaray tribününde vefa, kardeşlik, hiyerarşi çok önemlidir. Mesela geçen telefon konuşmamızda İlker’e anlatmıştım, birilerinin yakınları vefat ediyor, biz tribün eskileri 10 kişi 20 kişi toplanırız. Tabi ki her şeyin dönüşümü olduğu gibi ultrAslan’da da oldu. ultrAslan’ı anlamak için deplasmanlarda ultrAslan’ı görmek lazım. Herkes bilinen birkaç isim üzerinden yürüyor ama aşağıda inanılmaz bir emek var. Stadyumdan otoparktan çıkarken hep duygulanırım, karşıda küçük minibüsler otobüsler vardır, kiminin önünde Karabük yazar, Zonguldak yazar, Didim vesaire. Ben yarım saat sonra evimde olacağım o çocuklar hala yola çıkmamış olacak… Verilen emek üzerinden gitmek lazım, ne emek veren gençler var. ultrAslan o gençler, o emek veren gençler. İnanılmaz sevdalar, inanılmaz hikayeler var orada.

3 Numaralı Üye: Galatasaray’ın niteliği tehlikeye atılmadan taraftarlar kulübe nasıl üye yapılabilir sizce?

Alp Özgör: Galatasaray Kulübü’nün üye alımının çok problemli olduğu özellikle yakın zamanda artık iyice ortaya çıktı. Galatasaray’a sevdalı nitelikli bir çok insan kulübün içine giremiyor. Ben Galatasaray Lisesi mezunu olmayı çok isterdim. Bu bir takım imtiyazlara sahip olmak için değil, Galatasaray adının olduğu her yerde olmayı istediğimden ötürü. Mevcut tüzük dahilinde bu yapı pek değişebilir gibi görünmüyor ama ciddi bir tüzük tadiline gitmek lazım. Bu tamamen kontrolsüz ve herkesi alın gibi bir şey değil. Galatasaray Spor Kulübü’ne gerçekten bir şeyler katabilecek insanları bu bünyeye dahil etmek lazım. Hakikaten çok katkısı olacak insanlar giremiyor. Profesyonel manada nasıl bir formül bulunur bilemiyorum ama bunun bir an çözülmesi lazım.

3 Numaralı Üye: ‘Taraftar Meclisi’ tarzı bir yapı sizce nasıl olur? Projeler üreten, Galatasaray’a temas edebilen, orada göstereceği tutumla üyelik yolu açılabilecek bir proje gibi.

Alp Özgör: Düşünce olarak güzel, kağıt üzerinde çok iyi duruyor. Ama hayatın gerçekleri var, Galatasaray Spor Kulübü taraftarı işin içine pek sokmayı sevmeyen bir camia. Bir kesim sanki taraftar işin içine girince Galatasaray elinden gidecekmiş gibi davranıyor. 1990’lı senelerin başlarında “Galatasaray Fan Club” üyeliği çalışması yaptık, rahmetli Kemal Onar bu konuda muhatabımızdı. Kartlar çıktı, o zaman bilet işleri kulüpten yapılıyordu, fan club üyelerine daha uygun olsun gibi. Avrupa standardında bir yapı kurma gibi bir hedefle yola çıktık ama ülkenin gerçekleri var, bazı şeyleri aşamıyorsunuz. Fan club üyelerini tek bir tribünde birleştirmek gibi bir niyetimiz vardı, olmadı. Günümüzde imkanlar çok farklı, sosyal medya vs herkesin her şeyden bilgisi var, belki mümkün olabilir. Taraftar her şeyi görüyor, izliyor, haberdar. Genel Kurulu TV’den izleyebiliyor, Divan Kurulu’nu takip edebiliyor, kim nerede ne dedi hepsinden haberdar. Doğal olarak Galatasaray taraftarının artık kulübün dışında tutulması mümkün değil. İsteseniz de istemeseniz de Galatasaray taraftarı artık Galatasaray kulübünün her şeyi biliyor ve ona göre refleks veriyor. Mevcut yapı bu şekilde pek sürdürülebilir değil. Ayrıca Galatasaray Spor Kulübü’nün iletişim noktasında da çok eksik olduğunu düşünüyorum. Bir de amatör branşlar meselesi var. O gün futbol takımının maçı varsa bir duyuru yaparsın, bugün stadyuma gelenlere voleybol maçımız ücretsiz dersin. Bakın Voleybol maçları 10-15 kişiye oynanıyor. Orada bir avuç eski tribüncü var benim jenerasyondan, sevgili Uğur İris, Erol Abi Koral Abi, Pendikli Azmi, Kel Arto… Elinde sosyal medya gücü var, böyle organizasyonlar yapılabilir.

İlker: Son dönemde hepimizin malumu kulübümüz üzerine dört yandan geliniyor. Mevcut durumlar eskiden nasıldı? Aynı şekilde bir ‘saldırı’ var mıydı?

Alp Özgör: Türkiye’de başarılı olanı mutlaka baltalarlar, dolayısıyla Galatasaray ülkenin en başarılı spor kulübü olarak aşağı yukarı tüm zamanlarda en büyük darbeyi yiyen kulüptür. Türkiye’de başarılı olanı yakalamak gibi bir mantalite yok. Başarılı olanı aşağı çekme işin en kolay yoludur. Özellikle bu sezon yapılanlara bakılırsa; ortaya yeni çıkan VAR uygulması var, bu işi çok önemsiyorum ama bunun iyi kullanılamaması hatta art niyetli bir takım uygulamaların Galatasaray’a denk gelmesi normal olamaz. Ofsaytlarda problem çıkıyor mu? Hayır, çünkü sanal bir çizgi var sistem belirliyor. İnsanın etki ettiği kararlara bakın, hepsi sıkıntılı. Hakemlik müessesi Türkiye’de tamamen güveni kaybetmiş bir müessese. Galatasaray şampiyon oldukça başta Fenerbahçe’yle olmak üzere fark açılıyor. Almanya’daki Bayern  ve diğerleri gibi burada da Galatasaray ve diğerleri noktasına doğru gidiyor. Bu gidişatı engellemek adına böyle bir şey yapılıyor diye düşünüyorum kendi adıma. İnanılmaz absürtlükler yaşıyoruz. Ben amatör kümeye falan da gidiyorum, alttakileri bir görseniz… Yöneticisi olduğum mahalle takımının maçında 2. Amatör küme maçında taçtan ofsayt çekti. “Ne yapıyorsun?” dedim, “ofsayt” dedi. Yahu taçtan ofsayt mı olur? Bizim hakemlerimiz kötü, hakikaten futbolu bilmiyorlar. Galatasaray aleyhine ben bu sene bilinçli bir operasyon yapıldığına inanıyorum ama bundan da bağımsız hakemlerimiz gerçekten kötü. Cüneyt Çakır’ı maçın hakemi olarak veriyorsun, VAR’a da örneğin Halil Umut Meler’i veriyor. Cüneyt Çakır içinden “ben senden büyük hakemim, sen kimsin” demiyorsa ben bir şey bilmiyorum ya da tam tersini düşünelim. Pasolig’de de aynı muhabbet. Hani suçu işleyen ceza alacaktı? Bir kişi madde atıyor 10 bin kişilik tribün kapatılıyor. Projeler güzel ama uygulama sıfır.

İlker: Biraz Alpaslan Dikmen’den konuşalım, bize Alpaslan Dikmen’i anlatabilir misiniz?

Alp Özgör: Alpaslan benim çok eski arkadaşımdı, nur içinde yatsın… Çok önemli bir Galatasaraylıydı, “alev” bir Galatasaraylıydı. Hepimiz Galatasaray’ı hayatımızın çok önemli bir yerine koyduk ama Alpaslan çok fedakâr bir adamdı. Çok zorluklar içinde çok büyük mücadeleler verdi. Profesyonel iş hayatını bir kenara attı, şahsi hayatında maddi zorluklar yaşadığı dönemde bizlere bile hissettirmeden onların altından kalkmaya çalıştı, çok didindi, çok uğraştı ama çok iyi şeyler yaptı. Bugün Alpaslan çıkıp gelse şu günleri görse, insanların sevgi selini görse, insanların O’nun emeklerine nasıl saygı duyduğunu, O’nu Galatasaray tarihinde nasıl bir yere koyduğunu görseydi herhalde kafasında saç çıkardı (duygulanarak gülümsüyor). Biz çok takılırdık, Alpaslan’ın çok genç yaşta saçları döküldü, kellik işini de çok sorun ederdi. Bir doğum gününde tarak hediye ettim kovaladı beni (gülüyor). Çok anılarımız var çok. Alpaslan bir defa çok pratik bir herifti, her şeyi hemen yapardı, organizeyi yapardı “kanka şöyle, kanka böyle” işin var mı yok mu müsait misin hiç sormaz, o işi de dört dörtlük yapar. Bir gün aradı “Şevki abiyi buldum hadi gidelim” dedi. Samatya Hastanesi’ne gittik, yaşlı çökmüş saç sakal birbirine girmiş… Alpaslan Şevki abiyi öyle görünce duruldu üzüldü. Sonra bir daha gittik Şevki abiyi tıraş ettik falan, Alpaslan bayraklarla süsledi odasını. Alpaslan hemşirelere hastabakıcılara dedi ki: “eğer bu adama kötü bakarsanız maç çıkışı 10 bin kişiyle gelirim!” herkesin nutku tutuldu. Sürekli giderdi Şevki abinin yanına. Sonra Fahriye Yen annemiz hanımefendiyi bulduk Etiler’de huzurevinde. Her zaman ziyarete giderdi her zaman. Yakınlarına gitmemiştir o kadar. Nevi şahsına münhasır bir adamdı, Galatasaray için çok büyük kayıptır… Bir rahmetli Ekrem Dürüst büyük kayıptır, özellikle de Ali Dürüst’ün yaptıklarından sonra önemini daha da anladım. Kesinlikle Başkanlık yapardı, bir de Alpaslan’ı büyük kayıp olarak görürüm. Mizacı da sert bir adamdı. Yaşasa herhalde Konya maçından sonra 50 bin kişi İstinye’de olurduk maç çıkışı…

İlker: Bu söyleşi vesilesiyle Galatasaray camiasına vermek istediğiniz bir mesajınız var mı?

Alp Özgör: Baba Gündüz’e gidelim, ne demiş Baba Gündüz: “Galatasaray bir his takımıdır, bir halatı hep birlikte çekenlerin, hep birlikte üzülüp, hep beraber sevinmesini bilenlerin takımıdır…” Allah ömür verdikçe uzun yıllar bir halatı beraber çekme temennisiyle. Yaşasın Galatasaray!

Not: Bu söyleşiyi 18 ve 19 Aralık tarihlerinde gerçekleştirdik. Bazı özel sorunların üzerine teknik sorunlar da eklenince çözümlemede ve yayına vermekte geciktik. Bu konuda Alp Bey’e bize karşı gösterdiği hoşgörüden ötürü ne kadar teşekkür etsek azdır.

Yorum bırak

Lütfen yorumunuzu yazınız
Lütfen buraya adınızı yazınız