Dün gece maçta notlarımı aldım, 90. dakika geldiğinde 5 dakika uzatmaya isyan edip yazı başlığımı düşünmeye başladım. Beraberlik golünü yiyince, hevesim kaçtı ve yazımı yazamadım. Oysa profesyonel bir spor yazarı olsak, maçı geceden yazıp bitirmemiz gerekirdi. Ama bizler Galatasaray’a gönülden bağlı taraftarlar olduğumuzdan bazen duygularımıza yenik düşebiliyoruz. Yazıyı sabah yazmamın daha hayırlı olduğunu düşündüm. Affola..
****
Koca 90 dakika hep galip geleceğini ümit edip beklemek ve tam avucuna aldığını sandığın anda kaybetmek. Yazık oldu diyebiliriz, kıl payı kaçtı diye de adlandırabiliriz ama sanırım, olmayınca olmuyor desek tam uygun tanım olacaktır.
Evimizdeki Club Brugge maçı bu sezon yaşananların tek maça sığdırılmış özeti gibiydi genele baktığımızda. Fena başlamadığımız, golü de erken bulduğumuz ama iki senedir hastalığımız haline gelen, son dakikalarda gol yiyerek berabere bitirdiğimiz maçlardan birisi olarak kayıtlara geçti. Son iki senedir, 1-0 ya da 2-0 galipken berabere biten kaçıncı maçımız, ben unuttum. Geriden gelen bir maçın kazanılması nasıl müthiş bir keyif veriyorsa bu tarz puan kaybı da inanılmaz üzüntü verici oluyor. Ve sahiden, bu kaçıncı?
Normal şartlarda, şu maçta ikinci yarının ortasından sonra bir gol bulup -ki maçın gidişatına göre olabilirdi- skoru 2-0‘a getirebilsek bu defa hayal kırıklığı yaşamayacaktık.
****
Maça gelirsek, ilk 20 dakika gayet iyi, baskılı ve arzulu oynadık. Golün geleceğini hissediyorduk. Nitekim, 11. dakikada Adem Büyük ile golü bulduk. Golün hazırlayıcısı maçın ve sezonun yıldızı Ömer’di.
20. dakikadan sonra nedense bu sene adeta bir takım klasiği olan geriye çekilme hastalığımız nüksetti. Rakip takım genç ve atletik olmasının etkisiyle orta sahamızı hızlı geçmeye başladı. Buna karşın ilk ciddi gol girişimleri, 30. dakikadan sonra oldu. İki net pozisyonda Muslera ustalığını konuşturdu ve derin nefes almamızı sağladı. Bu noktada, sadece Muslera için bir yazı yazmak gerektiğinin altını çizelim. Belki de ondan başka, bu kadar uzun süre bu kadar başarıyla forma giyen bir yabancı kaleci görmedi bu topraklar. Yabancılığı da bitti ayrıca. O, bizden biri oldu adeta.
Baskı yediğimiz yaklaşık 20-25 dakikalık sürede çok da iyi değildik. Tabi bunda kontratak için uygun bir tek forvet oyuncumuz bile olmaması etkiliydi. Düşünün, bu anlarda ve maçın genelinde Onyekuru veya Bruma gibi bir oyuncumuz olmuş olsa, oyunun gidişatı nasıl olurdu? Günümüz futbolunda, gerek 4-3-3 gerekse 4-4-2 ve 4-5-1 formatlarında en az bir kanat futbolcunuzun çok süratli olması gerekiyor. Bu Türkiye liginde geriden iyi oyun kuran bir stoper ve çok iyi bir kaleci ile şampiyonluğun anahtarı. Avrupa’da olmazsa olmaz. Bu tarzda iki kanat oyuncunuz varsa başarı ihtimaliniz artıyor. Bunlara iki de iyi kaliteli ve atletik bek oyuncusu eklenirse, kupada iddialı oluyorsunuz.
Tekrar maça dönersek, ilk yarıyı mahkum ve kontratağı iyi oynayamadan ama 2 pozisyon dışında gol fırsatı vermeden tamamladık. İkinci yarı ile birlikte yine ilk 5 dakika Brugge baskılı başladı ve net bir pozisyon daha kaçırdı. Sonrasında denge sağlamaya başladık. Diğer yandan beklerimiz Yuto ve Mariano bu sezon görmeye alışkın olmadığımız derecede iyi ve mücadeleci oynamaya başladı. Neredeyse 80. dakikaya kadar ciddi bir pozisyon vermeden maçı sürdürdük. Fakat yine de yukarıda bahsettiğim kontra futbolcusu eksikliği sırıttı. Bazı futbolcular ekstra işler yaptı bazıları ise oluşturacağımız tehlikeleri baltaladı. Yazımın ilerleyen kısmında bundan bahsedeceğim. Son dakikalara gelince, değişiklikler ne yazık ki istenen etkiyi yaratmadı. Ömer o kadar yoruldu ki çıkmak zorunda kaldı. Aynı şekilde ama oynadığı oyundan yorulmadığını tahmin ettiğim, Belhanda da çıktı. Bu noktada en başa dönüp önce FFP, sonra sakatlık ve cezaları düşünüp kulübeye bakalım. Siz olsanız kimi oyuna alırdınız? Kaleci Okan dışında, Selçuk, Emre Mor haricinde, Erencan, Gökay, Işık Kaan ve Emin. Fatih Hoca neredeyse mecburen Emre Mor ve Selçuk’u almak durumunda kaldı. Topu tutup, Emre’yi baskı kuran rakibin savunma arkasına sarkıtmak istedi. Ama olmadı. Karşılıklı birkaç pozisyon sonucu gelinen son dakikalarda maçı bu şekilde en azından gol yemeden bitirmeliyiz diye düşünmeye başladık.
Golden hemen önce, Emre gereksiz bir faul yaptı ve rakibin sol açık oyuncusu Diatta sağa gelince bu futbolcunun sağ tarafta ne işi var diye düşündüm. Daha düşündüğümü not alamadan iğne deliğinden geçirircesine attığı şutla, golü ağlarımızda gördük. İşte çalışılmış bir pozisyon. Ama maalesef bizim bu tarz hücumlara karşın savunma organizasyonumuz ya da o uyanıklığı gösterecek futbolcumuz yok. Belki Ömer oyunda kalabilseydi o bölgeyi kapatabilir, müdahale edebilirdi.
Son dakikalarda, iki çok haklı kırmızı kart gördü rakip. Bu noktada hakeme de bir parantez açmak gerekiyor. Cüney Çakır da dâhil Süper Ligdeki tüm hakemler dün geceki maçın hakemi kadar maç yönetebilseler, hakem konuşmazdık. En azından bizler için bu böyle. Her puan kaybını hakeme bağlayanları bilemem!
En nihayet Erencan hamlesi ve maçın hayaklırıklığıyla berabere bitişi.
Kim nasıl oynadı?
Muslera, yukarıda bahsettiğim gibi dosta güven, düşmana korku veren halini kusursuzca devam ettirdi. Yediği golde şanssızdı. Dikkatli bakıldığında hafif bir savunma teması bile var. Geride oynayan Marcao ve Donk maç boyunca vasatın altına düşmediler. İki bekimiz özellikle ikinci devrede kendilerinden ligde beklediğimize yakın performans gösterdiler. Yuto, çok kötü yediği bir çalım hariç, savunmada gayet iyiydi. Orta sahada Lemina gecenin neredeyse Ömer ile beraber yıldızı oldu Galatasaray adına. Kuşkusuz, Lemina bir Melo değil. En azından şu an için ama bu şekilde devam ederse çok fazla katkı vereceği aşikâr. Seri de Tükiye’ye geldiğinden beri sergilediği ortalama futbolun üstüne çıktı. Buraya kadar saydığım isimler, elinden geldiğince iyi mücadele sergilediler. Bunlara harika oynayıp asist yapan Ömer ile beraber genç rakipleri ile adeta savaşan ve klas bir gol atan Adem’i de sayacağız. Peki, kimler kaldı geride?
Belhanda ve Soso maalesef artık Galatasaray’da dönülmez bir yola girmiştir. Belhanda Galatasaray’ı kafasında bitirmiş, orası belli. Maç boyunca 8 ve 10’u Seri ile dönüşümlü oynamalarına rağmen oyun olarak Seri’ye yaklaşamadı. Şu şartlar altında devre arası takımdan ayrılması sanırım kendisi ve Galatasaray için çok hayırlı olacaktır. Taraftar için de psikolojik olarak rahatlatıcı etkisi olur diye düşünüyorum.
Soso ise anlamsız biçimde kötü, ağır ve yaratıcı futbolundan uzak. Haftalardır düzelir diye bekliyoruz ama hiçbir ışık yok. İşin ucunun, maddiyata gittiğini anlamamak için saf olmak lazım. Kimisi takımı şampiyon yapıp zam alamadı diye gider kimisi de şampiyon yapıp zam alamadı diye sabote eder. Fatih Hoca’ya, kazandırdığı onca şampiyonluk ve başarıya karşın tepki verenler sadece iki şampiyonlukta katkısı olan Soso’ya hala destek veriyorsa taraftarlık ölçütlerini gözden geçirmelerini tavsiye ederim.
Her iki oyuncu saha kenarında Fatih Hoca’nın gösterdiği hırsın yarsını gösterebilse maç daha 60. dakikada biterdi. Zira yakalanabilecek tüm kontratakları bu iki oyuncu resmen ezdi. İleride, bugünlerin hikâyesi yazıldığında mutlaka gerçekler açıklığıyla dile getirilecektir.
Bundan sonra ne olacak?
Görünen o ki Avrupa macerası bu sene özelinde kapandı. Kuralar çekildiğinde esasen grup üçüncülüğü bizim için iyi bir hedefti. Oradan UEFA Avrupa Ligine gidersek kurulan iyi kadro ile bir yarı final hatta final gelebilir diye düşünüyordum. Ama tabi “kâğıt üzerindeki” iyi kadro. Bazen çok iyi kadrolar kurarsınız uyum sağlayamaz, birbirine, takıma adapte olamaz. Bizim bu seneki kadromuzdaki gibi. Sakatlar ve cezalılar da eklenince bugünkü tablo ortaya çıktı. Defalarca yazdım, bu nedenle genel futbol ikliminden bahsetmeyeceğim bugün. Ama sezon başında yaşananlar Fatih Hoca’yı mutlaka etkilemiştir. Bu saatten sonra yapılacak en uygun iş lige tam konsantre ile asılmakta. Çünkü ekonomik darboğazı aşmak için şampiyon olmak son derece önemli.
Dün rakipte oynayan 18-20 yaşlarındaki oyuncuları görünce artık bizimde bu yaşta futbolcuları sahaya sürmemiz gerektiğini anlıyoruz. Kupa maçları mutlaka bunun için iyi bir fırsat olacaktır.
Devre arası benim düşünceme göre gidecek en az 5 futbolcu var ve buna mukabil gelmesi gereken de en az 3 oyuncu. Ama bahsettiğim bu genç yetenekleri, devşirme de olsa bulup altyapıya ve A takıma kazandırmanın yollarını aramalıyız.
Devre arasında yapılacak transferlerde, saha içi lider özellikleri olan bir oyuncunun alınması elzem bir durum. Sahada haksızlığa, kötü oyuna isyan edecek birinin eksikliği hissediliyor. Saha içinde ateşi yakacak bir oyuncunun transferi stoper ve bek transferlerinden bile daha önemli.
Eskiye rağbet iyi olmaz ama yarı sezon için diri bir Melo ne kadar iyi olurdu değil mi?
Baktığınızda transferler ve takım içinden gelecekler çok önemli ama gençlere yatırımın başarının anahtarı olacağı kanaatindeyim.
Bu noktada Arda söylentilerinin, tam da bıçak sırtı olduğuna değinmeden geçemeyeceğim.
Fatih Hoca da herkes gibi, mutlaka bazı yanlışlar yapmıştır ve gereken dersleri çıkaracağına inancım sonsuz. Çünkü inancım odur ki bu kulübe Mourinho’da gelse bu şartlar altında başarılı olamaz. Yaşanan bu türbülanstan bizi yine Fatih Hoca çıkaracaktır. Ama ne olursa olsun gelecek için birilerini o koltuğa hazırlamalı, bu şart.
Umarım, şu ana kadar sağlanamayan taraftar-takım-yönetim birlikteliği ihtiyacımızın en üst seviyeye çıktığı şu günlerden itibaren yakalanır.
Çünkü devre arasına zirveden kopmadan girmemiz gerekiyor.
Galatasaray’ın olduğu yerde ümit bitmez…
Twitter: https://twitter.com/byymiralay
Blog’un kuruluş amacı ve isim hikayesi için https://www.3numaraliuye.com/3-numarali-uye/yazısını mutlaka okuyun!