Bu Hasret, Başka Hasret!
Galatasaray bize çok uzun süreli bir Şampiyonlar Ligi hasreti yaşattı. Bu hasret sadece lige giremediğimiz dönemde değil, Şampiyonlar Ligi’nde oynadığımız son iki sezonda da devam etti. Özellikle Prandelli, Hamza Hamzaoğlu ve Mustafa Denizli döneminde Şampiyonlar Ligi maçları oynadığı halde giderilemeyen hasret Galatasaraylıların göğsünde büyük bir yara olarak yer aldı. Bunda Galatasaray’ın Avrupa maçlarındaki büyüklüğünü idrak edemeyen Prandelli’nin ve bu büyüklüğü bilmesine rağmen korkusunu gizleyemeyen, bu maçlara psikolojik hazırlık yapamayan Hamzaoğlu’nun ve Galatasaray’ın coşkusunda geçmişte ciddi emeği olan Mustafa Denizli’nin katkısı büyüktü. Oysa Mustafa Hoca gençliğindeki ateşi çoktan söndürmüştü, Galatasaray’a tekrar gelmesinin hiç bir anlamı yoktu. Ne Kazakistan takımı Astana ile oynarken ne de Atletico Madrid’le oynarken bu coşkuyu görememiştik. Yalnızca Benfica maçları en azından denk güçlerin mücadelesinde ateşliydi ama o maçlarda yetmedi. Prandelli dönemini ise hatırlamak bile istemiyorum.
Bildiğiniz gibi Galatasaray’ın bir kuruluş felsefesi var: “Maksadımız İngilizler gibi toplu bir halde oynamak, bir renge ve bir isme malik olmak ve Türk olmayan takımları yenmek.” Demem o ki Galatasaray’ın kuruluş felsefesi sadece kağıt üstünde bir felsefe değil. Bu felsefe 113 yıllık Galatasaray tarihinin her köşesinde hissedildi, hissediliyor. Arada bazı aksaklık olan seneler ders olmalı, bu büyüklüğü bilmeyen, bu felsefeyi taşıyamayacak hocaların Galatasaray’ın kapısından girmemesi sağlanmalı. Daha fazla uzatmak istemiyorum; demek istediğim Fatih Terim’in Avrupa arenası için ne kadar önemli olduğunu yıllar içine ve bu gece bir kez daha görmüş olduk. Artık bunu tüm Galatasaraylılar görmeli ve yeni Avrupa başarılarına odaklanılmalı.
Bu siteyi kurduğumda Galatasaray’ın başında Tudor ve Özbek yönetimi vardı. İkisinin de gitmesini istememe rağmen şampiyonluk inancım tamdı ve hep Şampiyonlar Ligi maçı yazacağım günü bekledim. Öyle ki yayıncı kuruluşa Tudor katıldığında sosyal medya üzerinden ısrarla Galatasaray’ın “kuruluş felsefesini ne kadar biliyor, Şampiyonlar Ligi planları nelerdir?” diye sormuştum. Neyse ki sırasıyla Tudor ve Özbek gitti bizde Galatasaray’ın büyüklüğünü bilip bilmediğinden emin olmadığımız insanlara gebe kalmadık!
Maça Gelirsek
Fatih Terim’in bugünde beklenenden farklı bir kadroyu sahaya çıkardı. Bunda Lokomotif Moskova’da Smolov’un yokluğunda hızlı Farfan’ın olmasının etkisi büyüktü. Rakibin bu kadrosu hem Mariano hem de Maicon’un kadro dışında bırakılmasına neden oldu. Saha içi istikrarı olmayan Sinan’ın yerine Emre Akbaba, Emre’den boşalan yere de Belhanda tercih edildi. Fatih Terim Belhanda’yı sanırım Tudor zamanındaki Fernando, Ndiaye ve Belhanda üçgeninin etkinliği hatırına tercih etti. Belhanda bu şansı tepse de ben uzun vadede Belhanda’nın hatta Feghouli’nin kadroda tercih edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yoksa bu oyuncular elde kalarak ciddi ekonomik zararlara sebep olurlar.
Galatasaray maça bir Ali Sami Yen, Galatasaray ve Fatih Terim klasiği olan baskılı oyunla başladı. Özellikle Rodrigues ve Linnes’le etkili ataklar gerçekleştirildi. Bunun semeresini güzel bir oyun ve golle aldı. Golden sonra bu baskıyı sürdürdü ancak ikinci gol gelmeyince bu sefer Moskova ekibinin baskılı oyunu başladı. Özellikle 28. dakikada Fernando’nun çizgiden çıkardığı top maçın en kritik anıydı. Zaman zaman Lokomotif Moskova baskısı kırılsa da ilk devre sonuna kadar stresli bir dönem geçti.
Maçın ikinci yarısı Fernando ve Ndiaye’nin birbirine daha yakın oynaması neticesinde tekrar gelen baskı ikinci golün habercisiydi. Emre Akbaba’ya yapılan faul sonrasında Eren Derdiyok bu sezon ikinci kez bir frikiğin başına geçti ve harika bir gol attı. Bu dakikadan sonra oyun rüzgârı bir daha Lokomotif Moskova’ya geri dönmedi. Sonlara doğru gecenin en iyi üç isminden biri olan Ndiaye’nin kırmızı kartı gecenin nazarlığı, son dakika penaltısı da kırmızı kartı az da olsa unutturan bir sevinç oldu.
Kısa Kısa
- Muslera: Formunu Şampiyonlar Ligi maçlarında da sürdüreceğini gösterdi. Bugün kritik kurtarışlar ve soğukkanlı duruşu ile takımına güç verdi. Rodrigues’e attığı pas gol olsa geceyi bir asistle süslemiş olacaktı.
- Nagatomo: Sözün bittiği bir oyuncu gerçekten. Ondan daha iyi sol bek yok mu, tabi ki var. Mesela Porto’ya giden eski oyuncumuz Telles O’ndan daha iyi bir sol bek ama Nagatomo’da olan şey başka. Nagatomo tam Galatasaray ruhunun oyuncusu… Savunma yaparken bir aslan gibi mücadele ederken hep bir sonraki ofansif hamleyi hem de çok hızlı şekilde toplu ve topsuz düşünüyor. Eminim Nagatomo İtalya’da geçirdiği günlere yanıyordur.
- Donk: Fatih Terim’in jokeri; ne zaman hangi mevkide ihtiyaç olsa yardıma geliyor.
- Serdar Aziz: Fatih Terim bize önce eşeğimizi kaybettirdi, sonra geri buldurdu. Neydi o Ahmet Çalık’lı ama Serdar’sız günler. Hem geçen sezon hem bu sezon mevcut kadronun vazgeçilmez stoperi Serdar Aziz bence. Oynadığı ve oynamadığı maçlar incelendiğinde hem puan hem de oyunda ciddi etkisi var. Umarım sakatlık, ceza gibi sıkıntılar yaşamaz ve bu sene özellikle devre arasına kadar sıkıntı yaşamayız.
- Linnes: Yıllarca sağ bek beklerken bir kadroda iki tane hangisi oynarsa oynasın faydalı olan oyunculara sahip olmak çok güzel bir duygu. Linnes çok çalışkan, çok hızlı ve oldukça ofansif bir bek. Biraz orta kalitesini arttırsa kadro tercih edilirken ilk akla gelen sağ bek olur.
- Fernando: Bugün çizgiden çıkardığı top çok önemliydi. Oyuna katkı açısından ise daha iyi olabilirdi diye düşünüyorum. Ndiaye yokken bugünkü görüntü olumsuz anlamda sırıtabilir.
- Ndiaye: Bugün sahanın en iyilerindendi. Modern zamanlarda tam da Fatih Terim’in agresif oyununa uygun bir oyuncu. Gelmesi ile birlikte birçok oyuncunun performansını artırdı. Belhanda’nın yaptığı hatayı telafi ederken gördüğü sarı kart O’nu oyundan düşürmedi. Sanırım bu güvenle devam ettiği başarılı hamlelerin verdiği öz güvenle yaptığı kayarak müdahalede biraz geç kalınca hakem haklı olarak ikinci sarı kartı göstererek O’nu oyun dışına aldı. Porto maçında eksikliği mutlaka hissedilecektir ama oynayabileceği dört maçta da en önemli oyunculardan birisi olacak.
- Belhanda: Hoca’nın O’na verdiği şansı iyi kullanamadı. Oysa Belhanda’nın iyi oynaması için her türlü imkân var. Geçen sene Donk ve Selçuk’la haftalarca mücadele eden Belhanda bazı maçlara ciddi katkı vermişti. Şimdi Ndiaye, Fernando ve Emre Akbaba O’nun için büyük şans; bu şansı kullanamaması gerçekten anlaşılır değil. Özellikle Ndiaye’nin ilk sarı kartında kaptırdığı top büyük tepki çekti. Ne zaman basit ne zaman riskli oynaması gerektiğini artık öğrenmeli.
- Emre Akbaba: Bugün sağ kanatta başladı. Oyuna özellikle kanat organizasyonları açısından çok katkı veremedi, fiziksel olarak biraz ezildi ama özellikle ilk golde işin kolayına kaçıp orta yapmadı ve verdiği pasla golün başlangıcına ciddi katkı sağladı. Hem penaltı hem de gol öncesi duran top kazandırarak tüm gollerde aktif pay sahibi oldu. Biraz daha güçlense maça anlık değil daha fazla katkı verir.
- Eren Derdiyok: İlk yarı ofansif değil de defansif katkısı daha büyüktü. Hala takımla karşılıklı bir uyum sağlayamadığı ya da takım O’na uyamadığı için ilk yarıda çok fazla topla buluşamadı. Top takımın santrforuyla buluşamayınca da art arda gelen Lokomotif Moskova baskısı da kaçınılmaz oldu. İkinci yarıda özellikle yüksek topların hemen hemen çoğunu alan Eren ilk yarıda yapamadığı katkıyı yapmış oldu. Bu sezon ikinci kez aynı yerden serbest vuruşun başına geçtiğine ve takım arkadaşları O’na topu bıraktığına göre o açıdan antrenmanlarda ciddi dönütler alıyor olmalı. Neticede harika bir golle geceyi süsledi. İkinci yarıda topla daha fazla buluşmasının faydasını hem hoca hem takım görmeli. Madem elimizde Eren var; yok sayarak oynamaktan vazgeçmeliyiz.
- Rodrigues: Bu kariyer Rodrigues’in hiç hayal etmediği yerlere doğru gidiyor. Hızı en kontrolsüz ama en büyük silahıydı. Hızını kontrol etmeyi öğrendiğinden beri durdurulamaz oldu, sanırım Galatasaray’la son sezonu olacak.
Sonsöz
Galatasaray ait olduğu yere çok güzel sonuçla döndü ve Şampiyonlar Ligi’ne harika bir merhaba dedi. Bu maçın katkısı sadece üç puan olarak değerlendirilemez. Hem Avrupa hem de Türkiye için ciddi psikolojik bir çıkışın ilk basamağı olarak değerlendirilmeli. Ali Sami Yen maçlarının reçetesi ve sonucu az çok belli. Bir deplasman galibiyeti ya da iki deplasman beraberliği gruptan lider olarak çıkması demek olacak. Fatih Hoca geçmiş yıllarda bu grupla karşılaşsaydı biraz rehavete girip bizi son maçlara kadar strese sokabilirdi. Ancak son versiyon Fatih Terim bu sefer işi fazlasıyla sıkı tutacak gibi. Dördüncü maçlar neticesinde grupta istediği yerde olacaktır. Bence dikkat edilmesi gereken en önemli şey deplasman oyunlarında öz güveni zedeleyecek oyun ve skorla karşılaşılmaması. Bunun dışında her şey Galatasaray lehine…
Bu takımın eksikleri var mı derseniz tabi ki var derim. Gruplardan çıkar mı derseniz, bu ciddiyetle rahat çıkar derim. Benim için asıl önemlisi tekrar bir baskın Avrupa geleneği oluşturmak. Kadro mühendisliği bu gelecek başarıyla birlikte yapılmalı; daha genç, Avrupa’da korkulur ve sonunun hangi kupaya varacağı belli olmayan bir ekibin temelleri atılmalı. Bir “Psg*” maçı oynamalı ki ben size kupa ne zaman gelecek söyleyeyim 😉
Bahsettiğim Psg maçı: http://www.mackolik.com/Mac/950088/Galatasaray-Paris-Saint-Germain
Blog’un kuruluş amacı ve hikayesi için https://www.3numaraliuye.com/3-numarali-uye/ yazısını mutlaka okuyun!
Twitter: http://twitter.com/3numaraliuye
Facebook: https://www.facebook.com/3numaraliuye/