Çifte Kupa, Emre Akbaba’ya Armağan Olacak!

0
475

Bazen bazı maçların hikâyesi vardır sonu güzel, bazı maçların hikâyesi vardır sonu hüsran. Bazı maçların ise hikâyesi vardır, sonu buruk biten. Sevinsek mi, yoksa üzülsek mi?

Emre Akbaba’ya acil şifalar diliyorum umarım, en kısa sürede sahalara eskisinden de güçlü döner.

Maçta, Emre’nin sakatlandığı 73. dakikaya kadar maçın bir hikâyesi vardı, yazılacak binlerce kelime aktarılacak onlarca duygu… Ama o an, 1993 yılında stadyumda seyrettiğim Okan Buruk’un ayağının kırıldığı ya da birkaç sene evvel ekranda seyrettiğim Aydın Yılmaz’ın berbat sakatlığı aklıma geldi, kahroldum. Bir anda maçın hikâyesi, yerini hüzünlü bir duygu seline bıraktı. Emre Akbaba benim de sezon içinde muhtelif defalar eleştirdiğim ancak iyi niyetinden asla şüphe duymadığım bir futbolcu kardeşim. Bir gerçek var ki, çok talihsiz bir futbolcu. Tabi bu sakatlığın etkenlerine ileriki satırlarda değineceğim. Ama gerek stadyumda futbolcuların ve gerekse ekranda bizlerin yüreğini parçalayan bu an hafızlarımıza unutulmaz kötü bir görüntü olarak kazındı.

Esasen, maçın hikâyesi maçtan günler önce başladı. Bundan daha birkaç hafta evvel bir sezon boyu kollanmakta rekor kıran bir başka İstanbul ekibinden, sahasında 7 gol yemiş olan, kritik maçlarda hep önemli oyuncuları “sakat ya da hasta!” olan Rizespor, neredeyse tam kadro olarak karşımızdaydı. Üstelik bir Avrupa mücadelesi kadar önem verdikleri, rekor prim vaat ettikleri, kendilerince sezonun en önemli maçı olarak gördükleri bu müsabakaya özellikle bilendikleri aşikârdı. Maç sonu, gözü dönmüş feveranlara kapılan başkanlarının esas derdi de buydu tahminimce. Zira sağa sola saldırmaktan, Emre Akbaba için geçmiş olsun bile dediğini duyamadık.

Her maç yazısında aynı şeyleri yazmaktan usandık ama Harry Kewell’ın dediği gibi, Türkiye’de futbol “gerçekten” Galatasaray’a karşı oynanan bir oyun.

Şampiyonluk maçları oynanıyor, ama şampiyonluk mücadelesi veren ekiplerin maçları farklı gün ve saatlerde oynanıyor. Bundan 2 ay evvel senenin en soğuk aylarında Erzurum gibi bir yerde, futbolcu sağlığını hiçe sayarak akşam 19.00’da maç oynatan federasyon,  bugün sebepsiz bir yere(üstelik küme düşmeme mücadelesi veren bir İstanbul ekibinin maçı akşam 19.00’da oynanırken)bu maçı saat 16.00’da oynatıyor.

Üstelik, bir hafta boyunca önceki maçın hakemi üzerinden algı oluşturularak ekibimiz baskı altına alınmaya çalışılıyor.

Nereden baksanız tutarsızlık, nereden baksanız Galatasaray düşmanlığı.

Tüm bu anormal şartlar altında, Rize’ye gelirken ilave olarak, takımın hücum aksiyonlarını organize eden Belhanda gibi bir silahımızdan da yoksunuz.

Ligin boyu kısaldıkça, iyi futbol yerine iyi skor önemlidir şüphesiz.  Futbol kalitesinin çok da yükselmeden oynanacağını bir müsabaka bekliyordum açıkçası maç öncesi analizlerimde.

Maça başlarken Belhanda eksikliği dışında ideal bir kadro vardı sahada. Ancak Linnes, Yuto’nun yerine oynayabilir miydi?  Ya da Mariano’nun yerine? Maç başlarken kafamda sadece bu soru vardı.

Maç başladığında, N’diaye’nin 9,5 numara gibi oynadığı, Diagne’ye zaman zaman Rizespor’un üçlü sıkıştırma getirdiğini gözlemledik.  Galatasaray, klasik şampiyonluğa oynayan bir ekibin deplasmanda nasıl oynaması gerekiyorsa maça o şekilde başladı. Daha 9. dakika dolmadan rakip kaleyi isabetle bulan ilk şutumuzda Feghouli ile nefis bir gol bulduk. Feghouli’ye ayrı bir parantez açmakta fayda var. Bu seneki şampiyonlukta, mutlaka adı en üstte yazılacak ilk üç isimden biri olacaktır. Özellikle ligin ikinci yarısı inanılmaz bir performans ve skor katkısı verdi.

18. dakikaya kadar Rizespor’un etkili bir atağı bile olmamıştı. Bu süreçte Diagne son derece diri, Onyekuru ise gayretli oynamıştı. Yine bu dakikalarda Donk’un bu takım için bir lütuf olduğunu düşünüyordum. İnanılmaz derecede serinkanlı ve güçlü bir oyun karakterine sahip.

Bu noktada bence önemli olan bir hususu dile getirmek isterim: Galatasaray’ın oyuncularının futbol zekası, oyun aklı, Türkiye ortalamasının hayli üstünde. Zeki oyunculara sahibiz. Bugün Galatasaray’ın oynadığı futbolun kalitesinden çok, geldiği noktada en önemli etkenin bu olduğunu düşünüyorum.

Maçın 30. dakikası oynanırken Rizespor’un bir serbest vuruşu direğe çarpıp dışarı çıktı. Ardından, maçın ilk kırılma anı olan birinci penaltı geldi. Hakem, ceza alanındaki oyuncuları uyarmasının ardından kullanılan kornerde, dört evet tam dört Galatasaraylı futbolcunun yerde kalmasını nasıl süzemez inanılır gibi değil. Aynı top bir kontra atakla neredeyse kalemizde gol olmak üzereyken VAR uyarısı ile penaltı kazandık. Diagne’nin penaltı atışı esnasında tabiri caizse, tribündeki seyirciler hariç hemen herkes ceza alanı içerisine girmişti. Bu penaltı gol olmadı ve bence maçın hakemi maçtaki tek ciddi hatasını bu penaltıyı tekrar ettirmemekle yapmış oldu. Bir şekilde bu gol olmuş olsaydı, maçın hikâyesi kuşkusuz çok farklı gelişecekti. İlk yarının bundan sonraki bölümü karşılıklı ataklarla geçerken bence ligin en iyi yabancı golcüsü, Vedat Muriqi kendi yarattığı pozisyondan golü buldu.

Devre 1-1 beraberlikle sonuçlandığında, kafamda tek bir şey vardı: Rizespor bu maça, inanılmaz biçimde hırslandırılmış.

İkinci yarı ve kâbus gibi o an

İkinci yarı başlarken Rizespor, oyunundaki sertlik derecesini iyice arttırdı. 45 ila 60. dakikalar arasında, topun oyunda olduğu zaman sağlık ekibinin sahada olduğu zamanın çok altında kaldı. Bu dakikadan sonra Galatasaray oyunda ağırlığını arttırmaya başladı. 62 ve 64. Dakikalarda iki net pozisyonumuz kaçtıktan sonra Rizespor 65’te ikinci kez direğe takıldı. 62. Dakikada Emre Akbaba oyuna girerken, o an sosyal medyada yazdığım gibi, “Emre, bu maçta değilse ne zaman?” diye düşündüm. O talihsiz anda ise, yukarıda başlangıçta zikrettiğim gibi kahroldum, içim cız etti. Keşke hiç girmeseydi oyuna, keşke onu kaybedeceğimize puan kaybetseydik.

Bizim Galatasaray olarak, diğer ekiplerden farkımız budur. Bizim için futbolcu sağlığı şampiyonluklardan çok daha değerlidir. Başarılar bizim için sıradan, üzerinde Sarı-kırmızı kutsal formamızın bulunduğu futbolcularsa asil değerlerimizdir. Ama hafta boyunca alacaklarını umdukları paradan gözü dönen rakip oyunculardan biri, gaddarca sertlikle girdiği bir pozisyonda belki de futbol hayatını bitirdi Emre’nin. Bu rakip futbolcunun daha bu sabah, kartal pozu verdiği bir fotoğrafın medyada paylaşıldığını hatırlayınca inanın dehşete kapılıyorum.

Bu andan sonra futbol sadece futbol değildir argümanı, kendini sahada hissettirdi. Özellikle Onyekuru sakatlık anından sonra 10 dakika kendine gelemedi. Rakibin 10 kişi kalmasını avantaj olarak görürken, bugünün en kötü oyuncularından biri olan Mariano’nun müdahalesi gecikince mağlup duruma düştük.

Maçın 12 dakika uzaması maçın hikâyesine son derece uygundu. Tartışılması gereksiz ikinci penaltıyla ve uzatma dakikalarında gelen iki Diagne golü. Bu adamı eleştirmeyi anlayabiliyorum ama bu kadar zalimce yerden yere vurmak çok ama çok ayıp. Şimdi diyelim ki ilk penaltıyı kaçırmamalıydı. Peki, maçın 90 artı dakikasında takım arkadaşları ile kavga etmek pahasına topu alıp, ağlara göndermek ve sonrasında maç boyunca isabetli yapılan ilk ortada golü bulmak tek kelime ile öz güvenin zirvesi değil midir? Penaltı atışını onun atmasını ben de istiyordum. Neden, biliyor musunuz? Çünkü sahada o dakika içerisinde, onun dışında, penaltıyı kim atarsa atsın kaçıracağına inanıyordum. Artık futbolcularımızı eleştirirken çizgiyi korumalıyız. Ben de zaman zaman futbolcularımızı eleştiriyorum. Ama o formayı giydiği müddetçe hakaret etmem, etmeye hakkım yok. Tabi hiç kimsenin de yok.

Bu maç buruk bir sevinç eşliğinde 3-2 galibiyetle lehimize tescillenerek yazıldı. Kimi yendik? Federasyonu, proje takımını, suyun öteki yakasındaki zavallı bir ekibi, sentetik yapıştırıcı müptelalarını, Katarlı patronları ve bunların bileşkesinde kim üzerimize tahakküm kurmak istiyorsa onları. Ama kaybımız bu saydıklarımın toplamının değerinden üstündedir. Tümünü toplasanız gözümde Emre Akbaba’nın sol ayağı kadar değerleri yoktur.

Önümüzdeki hafta iki maç, biri kupa biri lig finali bizim için. Bir sezon boyunca, futbolculara, hocaya ve başkana gelen cezalar ile yıldırılmaya çalışılan, çakma ödül törenlerinde adaylığa bile layık görülmeyen ekibimiz, federasyon eliyle kurulan bu kumpastan sıyrılıp iki kupayı birden müzesine götürecektir. Sekiz puan geriden gelerek genlerindeki şampiyonluk karakterini ortaya koyan bu ekibi çılgınca alkışlamak için sadece iki galibiyet kaldı.

Yaklaşık kırk yıllık bir Galatasaraylı ve futbol takipçisi olarak bu sezon yaşananın benzeri bir rezaleti hiç görmedim. Bu çifte kupa hadsizlerin hadlerini bilmesi için suratlarına çarpılacak bir tokat olarak tarihte yerini alacaktır. İşte bunun için sadece iki maç kazanmamız gerekmekte. En azından Emre Akbaba’ya bunu borçlu olduğumuzu düşünüyorum.

Ne diyorduk, Kupalara Layıksın Sen, Şanlı GALATASARAY!

Not: Tüm annelerimizin, Anneler Günü’nü en içten dileklerimle kutlarım.

Twitter: https://twitter.com/byymiralay

Blog’un kuruluş amacı ve isim hikayesi için https://www.3numaraliuye.com/3-numarali-uye/yazısını mutlaka okuyun!

Yorum bırak

Lütfen yorumunuzu yazınız
Lütfen buraya adınızı yazınız