- Dönüşüm ve Aidiyet Yoksunluğu
Evren dönüşüm üzerine kurulmuş. Gezegenler ilk var olduklarında günümüz hallerinde değiller. Ortama göre değişiyor, dönüşüyor ve günümüzdeki hallerini alıyorlar ve bu değişme bir düzen içinde devam ediyor. Sürekli dönüşüyor ve yeni haller alıyor. Bu dönüşümden nasibini en çok alan insan. Geçmiş bir gün, diğerinden farklı insanoğlunun dönüşüm sürecinde. Bu dönüşüm de bizi mutlu eden haller var elbet, memnun etmeyen ve üzüldüklerimiz de… Kime göre? Neye göre? Kavramların içerikleri bile durmadan değişiyor. Bana göre doğru olan, diğerine göre yanlış olabiliyor. İnsan değişebildiği ve dönüşebildiği kadar yaşar…
Peki bu yaşanırken kökten ve özden uzak mı kalmak gerekir şart olarak? Bunu yapmak gericilik ya da ilkellik değildir, olmamalıdır. Aslında bir denge meselesidir bu. Sahiplenme ve aidiyet çok fazla olunca saplantı ve tutuculuğa, gerekenden az olursa vurdumduymazlığa dönüşür. Saplantılı olmak herhangi bir durumu kavrayamamayı, tek bir hastalıklı açıdan bakmayı getirir. Vurdumduymazlık kendini aldatmayı… Ne eski olan herşey güzel, ne de her yeni yaşanmadan eskiden daha iyi…
Mesela futbol; bizim gibi eskiye ait olmayan ama yeniye de adapte olamayan ‘araf’ topluluklar için bir turnusol… Futbol ve futbolu icra edenler de dönüştü ve elbet dönüşecek. Tanımlamakta güçlük çektiğimiz bir çok kavram barındırıyor artık. Gündelik değişimlerin en çok yaşandığı alanların başında geliyor futbol. Dünya küçülüyor, futbol pazarı büyüdükçe büyüyor. Hakimiyet sağlanamadan oluşan büyüklük, büyüklük değildir.
Çoğu futbol kulübünün bir kuruluş amacı var, yani bir ‘özü’. Kimisi bölgesinin kurtuluşunu temsil ediyor, kimisi o kurtuluşun bizzat ana etkeni. Kimisi mezhep çatışmalarından ortaya çıkmış, kimisi millet adına. Kimisi teşkilatlanmanın bir sonucu olarak ortaya çıkmış, kimisi bir teşkilatlanma var etmek adına. Kimisi varlıklarını ispat etmek isteyenler tarafından kurulmuş, kimisi varlığın savaşını vermek adına.
Çok para, çok sükse, çok konuşulma yazılma çizilme… Yarın diğer nesiller tarafından anılacak ve hayranlıkla bakılacak kaç kulüp, kaç hikaye, kaç futbolcu var olacak?
Galatasaray ise hikayelerin en güzeli, ait olunanların en kıymetlisi…
İnsanı ait kılan doğduğu yer, bulunduğu durum değil, kendini nasıl, nerede hissettiğidir, gönlünde var olan öncelikleridir. Hepimizi buluşturan ve hatta bu satırları okumanıza sebep olan, biricik aidiyetimiz Galatasaray. O veya bu şekilde kendimizi bu değere ait hissediyor, yaşamımızın çok önemli bir noktasında O’nu baş köşeye koyuyor, gündelik planlamamız da bile bir yerlerde mutlaka Galatasaray oluyor. Olumsuzluklarına kahrediyor, sevinçlerine sevinç katarak yaşıyoruz. Mağlup gelinen bir maçtan sonra uykularımız kaçıyor, galip olunan bir günde dünyanın en bahtiyar kimseleri haline dönüşüyoruz. Bu ruh hastası olmamızdan kaynaklı değil, kendimizi Galatasaray’ın bir parçası olarak gördüğümüzden. Çıkarsız bir aidiyetimiz var. Koşulsuz şartsız bir sevgi, mutlak sadakat, maddi bir beklenti içinde olmadan, hatta maddi gücümüz nispetinde elimizden gelen bir şeyler olduğu vakit O’nun uğruna sarf etmekten geri durmayarak. Tamam, aynı duruşu, aynı hisleri futbolcu grubundan beklemiyoruz. Cebindeki son parasını bilete veren, mutfak giderinden kısıp;”bu ay şunu yemesem de olur” gibi bir yaklaşımı da beklemiyoruz. Tamam yırtık ayakkabısını gizlemeye çalışıp, yapılan çağrıya kayıtsız kalmayan, bir çakmak dahi olsa alan bir taraftar gibi ait olmalarını da beklemiyoruz! Beklediğimiz; nerede olduklarının, hangi armayı taşıdıklarının, giydikleri o formanın milyonlar için neler ifade ettiğinin bilincinde olmaları.
Peki Galatasaray’ın mevcut oyuncu grubunda kaç futbolcu Galatasaraylılık ilkelerini biliyor ya da kendisini Galatasaray’ın bir parçası hissediyor?
Bir dönüşüm dahi olacaksa, bu kıymetli kök değerleri aktarmak zor mu?
Bu değerleri ayırdıktan sonra alınacak en üst başarılar bile ne kadar tatmin edecek, o başarılarla gerçekten gurur duyabilecek miyiz?
Bu soruları hep birlikte önce vicdanlarımıza, sonra birbirimize cevaplayalım.
Beni üzen ise özellikle son yıllarda gördüğüm, bu değerlerden bi-haber kimseler. Tamam bizler kadar ait hissetmelerini beklemek bomboş bir yaklaşım, kabul! Ama en azından üstünde armamız bulunan formanın ‘hakkını verme’lerini beklemek.. Bence hakkımız tam olarak bu.
Değinmek ve sormak istediğim bir kaç konu var. Sadece bir taraftar olarak iç işleri, perde arkasını bilmem imkânsız. Belki soracağım veya anlatacağım durumlar yapılıyordur. Gerçi yapılıyor olsa bunları sorma ihtiyacı duyacağımı da düşünmüyorum. Transfer edilecek futbolcular sadece imza atmak için görüşme yapmıyor, öncesinde mutlaka görüşmeler oluyor. Galatasaray’ı yaşayan birisi olarak ricamdır;
-Transfer edilecek sporcuya önce İstanbul’u gezdirmeyin. Boğazda herhangi bir restoranda yemek yedirmeden, AVM AVM gezdirmeden, yaşayacağı rezidansı ya da ultra lüks siteyi tanıtmadan önce yapacağınız çok daha önemli işler var. İstanbul tüm dünyanın yakından bildiği bir şehir. Yukarıda saydığım yerleri zamanla gezme, tanıma, keşfetme imkânları zaten olacaktır.
-Transfer edilecek sporcuya Galatasaraylılık ilkeleri, misyonu, vizyonu, taşıdığı değerler tam anlamıyla anlatılıyor mu?
-Kuruluş sürecimiz, ilk formamızı hangi şartlarda temin ettiğimiz, o günkü sosyal durum hasebiyle yaşanan durumlar anlatılıyor mu?
-Kurulduğumuz yer gezdirilip, oranın ne kadar değerli bir yer olduğundan, bağrından ne kahramanlar çıkardığı, verdiği Şehitler, topluma yön veren isimler ve fikirler çıkardığından bahsediliyor mu?
-Bir kulüp lisesi değil, liseden doğan bir kulüp olduğumuz anlatılıyor mu?
-Elde ettiği başarıların ne kadar sancılı süreçlerden sonra alındığı anlatılıyor mu?
-Şanlı müzemiz ve içinde bulunan çok kıymetli başarıların nişanı kupalarımız, detaylı şekilde anlatılarak, tam anlamıyla gezidiriliyor mu?
-Büyük Galatasaray taraftarının kulübüne duyduğu aidiyet net olarak anlatılıyor mu?
-İsterlerse dünyanın en pahalı, en sükseli, en popüler isimleri dahi olsa, bu forma altında iyi oyun, iyi skor, iyi katkı yapsalar dahi, Galatasaraylılık ruhunu ortaya koymadıkları müddetçe, Galatasaray ve O’nun taraftarının nazarında bu meziyetlerin ve sıfatların herhangi bir anlam ifade etmeyeceği tam anlamıyla anlatılıyor mu?
-Ali Samiler, Baba Gündüzler, Turgaylar, Metinler bu kimselere ilmek ilmek işleniyor mu?
-Burada bulundukları süre boyunca en çok vakit geçirecekleri yer olan Florya’ya gitmeden, Derwall isminden bahsediliyor mu?
-Koca bir milletin makus kaderini ısrarla reddedip, Avrupa’nın her yanında, büyük sayılan herkese karşı kazandığı şanlı zaferler anlatılıyor mu?
-Galatasaray’ın bu ülkenin Atatürk’ten sonra en büyük markası olduğu ve dünyanın dört yanında takip edilen büyük bir değer olduğu anlatılıyor mu?
-Galatasaray’la gülen, Galatasaray’la ağlayan, Galatasaray’la yaşayan, yüreği Galatasaray ile çarpan, Galatasaray’ı menfaatsiz seven milyonlarca Galatasaraylı’nın var olduğu anlatılıyor mu?
Bunları anlatmak, anlaşma imzalamaktan daha zor olabilir. Varsın zor olsun! Varsın bunları anlatmak günler sürsün! Varsın düzenin adı ‘kapitalizm’ olsun! Varsın gelen ecnebi olsun, insan nihayetinde, bir yüreği var, bir ruhu var. Elbet anlayacak, hissedecek ve yaşayacaktır…
Lütfen ama lütfen, önceliklerimiz bunlar olsun. Değişelim, dönüşelim, bırakın çağa ayak uydurmayı, çağın önüne geçelim, ama köklerimizden, kıymetlerimizden, bizi biz yapan ilkelerden, o sağanak sağanak amatörlüğün bize kazandırdığı profesyonel zaferleri unutmadan, bu kıymetleri ötelemeden, gözlerimizi kulaklarımızı özümüze kapatmadan yapalım tüm bunları. Ve hiç unutmadan, unutturmadan Galatasaraylılık ruhunu, geleceğe biz yön verelim…
Sen çok yaşa Galatasaray!
Twitter: https://twitter.com/ilkeryaziyor