“Artık eve dönme vakti geldi. Sözleşme yenilemedik, şampiyon olduğumuz son maç ise veda maçımdı. Ertesi gün ülkeme kesin dönüş yapacaktım.
Bu yüzden, son maçın benim için ayrı bir önemi vardı. Ama kimse bu durumla ilgilenmemişti. Kimse veda konuşması yapmadı. Kimse bir demet çiçek vermedi. Taraftarlara veda etmemi sağlayacak, kısa bir konuşma yapmak fırsatını akıllarına getirmediler.
Ülkeme dönerken de, eşimle birlikte yalnızdık. Kimse ‘Güle güle Bay Derwall’ demedi.
Düş kırıklığına uğramıştım.
İçimi kaplayan unutulmuşluk ve yalnızlık duygusuydu.
Çökmüştüm ve içim bomboş gibiydi. Eşime döndüm, ağlamaklı gözlerle ‘Böyle mi olmalıydı?‘ dedim.”
Böyle olmamalıydı, olamazdı, kabul edilemez bir şey bu! Şu an bu hissi tamamen yaşıyorum ve anlıyorum… Bu sadece Yeşilköy’e indiğinde Türk futbolunda devrim yapan bir adamın üzüntüsü değil, anbean hissediyorum…
Hatta; keşke imkân olsa da ve Derwall geri dönse ve O’nu omuzlarda uğurlasak!
Başarılarını, kattıklarını, açtığı yolu geçtim, sadece ‘iyi bir insan’ oluşundan bile hak etmiyor mu bunu?
Derwall ile ilgili yazılanlar, söylenenlerin ortak noktası şu; “herşeyden önce çok iyi bir insandı”…
Galatasaray ve Vefa
Galatasaray’da bir ‘evlat’ tabiri vardır ve olacaktır elbet. Bu evlatlar bazen sporcu, bazen hoca, bazen taraftar. Derwall hem evlat, hem hoca, hem taraftar. Galatasaray’ı benimsemiş ve gidince çok özlemiş bir Galatasaraylı.
Evlatlar bu muameleye maruz kalmak zorunda mı mesela? Zor mu gönülleri almak? Zor mu basit ve bir maddi zorluğu olmayan küçük bir vefa? İnsanlar ölünce mi bilinecek kıymetleri mesela?
****
Derwall; Türk futbolunda devrim yapan insan, her şeyden önce iyi bir insan… İleri görüş sahibi, farklı düşünüyor ve farklı şeyler uyguluyor. Gelen nesillere hâlâ büyük hoca…
Yıkık bir adam olarak geldi Derwall. Almanya’yı Avrupa Şampiyonu yapmış, sonra da Dünya Kupası finali oynatmıştı. Ama ilerleyen zamanlarda alınan kötü sonuçlar ile ipler kopmuş ve Almanya’nın başından ayrılmıştı ya da kovulmuştu..
Artık takım çalıştırmak istemiyordu. Uzunca bir tatil hayali kurarken kesişti yolu Galatasaray ile.
Bu aslında zorunlu bir kesişmeydi. Dönemin yöneticileri Alp Yalman ve Faruk Süren düştüler Derwall’in peşine. Derken yemekli bir toplantı, derken ‘kırmamak’ adına en azından görüşme için İstanbul’a gelmeyi kabul eden Derwall..
Belki de bir daha göremeyeceğimiz kadar naif bir adamdı.
Geldi İstanbul’a. Henüz yeni sayılan Florya tesislerini ziyaret etti. İlk şartı tesiste istediği düzenlemelerin gerçekleşmesiydi.
O günleri ve anları şöyle anlatıyor Derwall;
“Florya tesisleri, beğeniden tamamen yoksun bir kulüp binasıydı. Rahat ve hoş ortamın izi bile yoktu.
Kum ve balçıktan yapılma iki toprak antrenman sahası vardı. Bu haliyle, ancak askeri manevralar için kullanılabilirdi. Yetişkin profesyonel futbolcular için, kesinlikle işe yaramazdı.
Ben geldiğimde, 13 yıldır şampiyon olamamışlardı. Bunun nedeni, kolaylıkla anlaşılıyordu. Moralim sıfıra düşmüştü. Zahmet edip, keşke buraya gelmeseydim diye düşündüm.”
Bir şeyler deneyecekti, farklı bir şeyler. Yeni bir ufuk, başkaca hedefler, ileriye atılım ve ‘Avrupalı’ Galatasaray…
Bir çocuktan tutun da, koca yetişkinlerle aşırı pozitif iletişim kurabilen Derwall. Antrenman esnasında yığılıp can veren genç bir futbolcunun ölümünün kendisinde derin yaralar açan Derwall… Aslında amaçladığı sadece sahaları değil, kafaları düzeltmekti!
Nitekim başardı da. O zamanlar sadece ‘günlük başarı’ esastı, ilk mücadelesi tesislerde iyileştirme değildi..
Türk insanının yapısını hemen kavrayamayan Derwall zorluklar çekiyor, alınan bazı kötü sonuçlar gündelik başarıya endeksli Türk futbol taraftarının ve piyasasının tepkisini arttırıyor, yıllardır gelmeyen şampiyonluk ise bunun tuzu biberi oluyor…
Bir Rize deplasmanında alınan mağlubiyet sonrası; “Napoli 61 yıl şampiyon olamadı, Galatasaray 14 sene olamamış çok mu?” gibi bir Avrupalı için gayet normal olarak sarf ettiği bu sözler, sabrı kalmayan taraftarı iyice çığırdan çıkarıyor, bu demecin basında yer alışının ardından önce Florya basılıyor, Derwall taraftar tarafından tartaklanıyor, evi taşlanıyor…
Eminim ki o gün o fiilleri yapan taraftarlar da pişman ve üzgünler.. Çünkü Derwall “Benim Galatasaray’ım, benim insanım, benim Türkiye’m” diyor…
Ve hasret bitiyor!
Galatasaray 14 yıllık ‘çileye’ Derwall önderliğinde son veriyor! Sami Yen bayram yeri, Derwall omuzlarda ve çocuklar gibi şen…
Ve başlıyor yazının başında yazdığım süreç. Çok iyi bir insan, çok iyi bir hoca, çok iyi bir taktisyen, çok iyi bir öğretmen, çok kibar bir adam, kendini Galatasaray’a ve geleceğine adayan bir adam, gidiyor…
Henüz Avrupa kupalarında hükmümüz yokken; “Galatasaray için şampiyonluk kadar önemlidir Avrupa’da yer almak” diyen adam.. Aslında kurucumuz Ali Sami Bey ile aynı şeyleri farklı bir zamanda söylüyor, aslında Galatasaray’ın vizyonunu anlatıyor.
İmparator Fatih Terim’in esin kaynaklarından birisi, Ahmet Akcan’ın hocası ve Galatasaray’a Şampiyon Kulüpler Kupası’nda yarı final oynatan Mustafa Denizli’yi veren bir adam.. Ve yıllar sonra Kalli’ye Galatasaray’a gitmesini söyleyen bir adam..
Galatasaray’la birlikte Türk futbolunun kabuk değiştirmesini sağlayan adam, her şeyden önce iyi bir adam…
Ve anlattığı gibi gidiyor; yalnız!
Ki öyle bir adam ki doğum günü organizasyonuna kulübün tüm emekçilerini; çaycı, bahçıvan, masör, garson, çim biçenler, aşçı, malzemeciler ve tüm personeli çağıran bir adam… Hilton otelinde kutlanacak 60.yaş günü partisi başlayacak. Derwall konuklarla ilgilenirken salonu geziyor ve gözleri ‘ARKADAŞLARINI’ arıyor. Otele Derwall’in ‘özel davetlisi’ olarak gelen emekçiler, Derwall’in ‘dostları’… Sağdan soldan bulunan, belki de düğünlerinden kalan tek takım elbisesini giyip gelen bu insanların partiye giriş referansı da Derwall. Arkadaşlarını salonda göremeyen Derwall hemen iniyor aşağıya. Bakıyor ki dostlarının içeri girişlerine izin verilmemiş… Hemen otel güvenliği ve yönetimine tarihi bir ‘ayar’ veriyor; “Bayım, bunlar benim arkadaşlarım, benimle gelecekler!” Bir hiddetle otel personelini etrafına topluyor ve ekliyor; “Siz benim arkadaşlarımı nasıl bekletirsiniz! Onlar benim özel davetlim ve eğer Onlar alınmıyorsa ben de gidiyorum!”
Ah Derwall, keşke günümüz yöneticileri, bir yere gelmiş söz sahipleri Senin kadar hassas olabilse. Demek ki senden öğrenecek tek şey futbol değilmiş!
Onlar için şu ifadeleri kullanıyor; “Onlar benim ailem!”
Böyle mütevazi, böyle sıcak, böyle büyük usta…
Böylesine bir adam ve yalnız gidişi… Anlayamıyorum ve anlamayacağım!
Ki bize yürekten bağlı bir insan, iyi bir insan, her şeyden önce insan…
Bir maçta hakemin haksız kararı üzerine; “Ben vatandaşım ve sen vatandaşın hakkını gasp edemezsin!”…
Ne diyeyim Derwall….
Bir veda çok mu zordu, O yıllar sonra bile şöyle hisleri ve özlemleri yaşarken;
“Bu kitabı yazabilmeyi, İstanbul’da ve Türkiye’de yaşadığım günler süresince edinme şansı bulduğum izlenimlerimi ve anılarımı anlatabilmeyi uzun zamandır istiyordum.
O saatleri, günleri, yılları ve yaşanmışlıkları, olayları özlüyorum… onlar benim hayatımın ayrılmaz parçalarıdır.
Galatasaraylı oyuncularla yaptığım o zorlu antrenman çalışmalarını özlüyorum… aramızdaki ilişki öyle açık, öyle dürüsttü ki, onların ruhlarının içini görebiliyordum.
Kendimizi göstermemiz ve ispatlamamız gereken pazar günlerini özlüyorum… hani, bize güvenen taraftarlarımıza mutluluk ve sevinç armağan ettiğimiz pazar günlerini…
Ve şehirlerin boşaldığı, stadların çoşkudan köpürdüğü; gerilim ve özlemin birbiriyle yarıştığı; her şeyin puan, gol ve şampiyonluklar çevresinde döndüğü o ‘her pazar’ı…
Ve bana çeşitli insanlar, resimler ve duygular sunmuş o antrenman ve maç saatleri arasında geçen zamanı özlüyorum…
İşte bu yüzden yazdım bu kitabı; o güzel zamanların anılarını saklamak istiyordum…”
Bu kadar ince ve hassas, çokça güzel bir adam..
Ama yalnız gidiyor, dayak yemiş, evi taşlanmış olmasına rağmen çok sevdiği taraftarına ufak bir veda konuşması bile yapamadan gittiği için çok kırgın..
Ve şöyle bitiriyor kitabını;
“İstanbul’un ışıklarının yandığını bir kez daha görmek ne kadar güzel olurdu…
Tüm dünyadan gelen gemileri, oradan oraya sürekli gidip gelen ve suyun üzerinde meşâleler gibi süzülen araba vapurlarını yeniden görmek…
Bir kez daha Kumkapı’da “Cemal”e gitmek; annemin mutfağından çıkmış gibi balık yemek; yanında bir şişe de rakı açmak… Ne güzel olurdu…
Bir kez daha Kapalıçarşı’ya, Balıkpazarı’na, Yeşilköy’deki “Hasan’a”, Sarıyer’deki balık cennetine, Hilton’un Roof’undaki restorana ve İstanbul’u sevilir kılan daha pek çok yere şöyle bir uğramak ne güzel olurdu…
Belki bir gün Boğaz’ı, Galata Köprüsü’nü, Topkapı Sarayı’nı ve camiileri bir kez daha görebilirim…
Kim bilir?
Güzel bir zamandı geçen… ne yazık ki, kısacıktı. Ama dolu dolu yaşandı…
Teşekkürler sevgili İstanbul!..
Ve teşekkürler büyük ülke Türkiye!…
Yaşamama izin verdiğiniz sayısız harikulâde gün için teşekkürler…
Eğer onları yaşamamış olsaydım, hayatımın en anlamlı günlerini kaçırmış olacaktım…”
İşte bu denli ait bir adam…
Neden, nasıl?
Sami Yen’de Derwall yalnızlığı… Sonuna kadar hissediyorum.
Düşünsenize; bilmediğiniz bir ülke, şehir, insanlar. Yeni ufuklar açmışsınız. Ufku öyle derinmiş ki… Yeni bir dönemin öncüsü olmuşsunuz, farklı katkılar ve bakış açıları koymuşsunuz ortaya, araya duvarlar örmeyip kendi tabiriyle “dost” olmuşsunuz, yeri gelmiş dayak yemişsiniz ama bu dostluktan vazgeçmemişsiniz, çünkü oralı olmuşsunuz… Böyle bir adam işte Derwall!
Zorla getirildiğiniz yerden ‘yalnız’ gitmişsiniz…
Bizi affet büyük usta!
Şimdi soruyorum; bunları hisseden birisi Galatasaray’ın evladı değil midir?…
Galatasaray’ın evlatları hiç ama hiç unutulmasın!
Twitter: https://twitter.com/ilkeryaziyor