“Kadıköy Efsanesi!”

0
2865
Derbide centilmenlik rüzgarları!
Derbide centilmenlik rüzgarları!

Küçüklüğümden beri futbolu takip ederim. Evdeki Fenerbahçeli bolluğundan (7’ye 1) çocukluğumda Fenerbahçe-Galatasaray diyaloğu olmadan geçen futbol mevsimi hatırlamıyorum. Galatasaray kaybettiğinde evdekiler beni topluca kızdırır, Galatasaray yenince ben “tek kişilik gururumu” yaşardım. Bir ara kardeşimi Galatasaraylı yapmayı başarmak üzere olsam da takım tutmaktan tamamen vazgeçtiği için başarısız oldum; Galatasaraylılık bayrağını tek başıma taşıdım ta ki bu siteyi kurana kadar… Yazılarım için site kurmam konusunda beni teşvik edip, editörlük desteğini de veren kardeşim yazılarımı okuyup, Galatasaray’ın eşsiz tarihiyle ve ruhuyla karşılaşınca 30’lu yaşlarda Galatasaray’ı tutmaya başladığını açıkladı. Bir gün telefonda bana “bir de baktım ki ‘Fatih Terim Galatasaray’da’ haberi beni de mutlu ediyor ve Galatasaray’ın şampiyon olmasını çok istiyorum, artık kendimi Galatasaraylı hissediyorum.” dedi. Ama her şeye rağmen birbirimizi kızdırdığımız zamanlar bence keyifliydi. Sonrasında futbol kirlendi, beraberinde en temizimiz bile kirlendi. Ağır küfürlü tezahüratlar, tribünlerde ve dışarıda şiddet, saha içi kavgaların artmasıyla da işin tadı iyice kaçtı. Öyle ki eşimizle, dostumuzla, kardeşimizle birbirimizi kızdırabildiğimiz takıldığımız o günleri arar olduk. Hele bir de sosyal medya girdi ki, işler bu anlamda iyice içinden çıkılmaz hale geldi.

Bu yazımda bu “kirli” sürecin ortaya çıkmasının ve yıllarca beslenmesinin nedenlerinden biri  olan “Kadıköy Efsanesi”nin nasıl oluşturulduğundan ve bu sürecin nasıl değiştirilebileceğinden bahsedeceğim- elbet bir gün bu sürecin son bulması umuduyla-… 18 yıllık bir yenilmezlik serisinden bahsediyoruz. Hatta daha da büyüteyim 18 yıl önceki 7 yılda da sadece 1 galibiyet almışız. Peki bu ‘efsane’ istatistik nasıl oldu?

Derbilerin şifresi “Gerginlik”

Ben Galatasaray’ın 7 kişi kaldığı 16 Şubat 2002 tarihli maçla birlikte bazı dengelerin Fenerbahçe lehine iyice oturmaya başladığını ve yıllar boyunca artan oranda kalıplaştığını düşünüyorum; ama asıl olay 6 Kasım 2002 tarihli 6-0 skorlu maçta başladı ve devam etti. Nedir 6-0’la başlayan derseniz. Maç tribünlerin sahaya konfeti ve yabancı cisimler atmasıyla başladı adeta. İlk 3 dakikada önce konfeti temizliği sonra da Hasan Şaş korner kullanırken atılan yabancı cisimler yüzünden verilen birinci anonsla devam etti. Oysa yine maçın ilk devresinde korner kullanmaya çalışan Hasan Şaş’ın sırtında ve kafasında yumurtalar patlamıştı. Hasan Şaş burada topa kızgınlıkla vurup korneri kullanmıştı. Hakemse hiç oralı olmadı, maç devam etti. (Hasan Şaş’ın nasıl davranması gerektiğine yazının ilerideki bölümlerinde değineceğim.) İşte o pozisyondaki Hasan Şaş’ın çaresizliği 18 yılın güzel bir özeti gibi.

Derbi maçta sıklıkla sahaya yabancı cisim atılmasına rağmen hakem ancak ikinci devrede Ergün’e gelen cisimlerden sonra ikinci anonsu yaptırmıştı.Bu skorla birlikte psikolojik bir üstünlük sağlayan Fenerbahçe, maç öncesi yönetici, futbolcu açıklamalarıyla ortamı germeyi bir tarz haline getirmeye başladı. Daha maç başlamadan hakem, federasyon ve MHK’yi etki altına almayı başardı. Tribünler o yumurtanın verdiği rahatlığı kullanmaya başladı. Bu cesaretle bir maçta Mondragon’un koruduğu kaleye ses bombası bile atıldı.

Tüm bu gerginlikler sonunda Fenerbahçe kazanınca artık derbilerin ‘dil’i bu oldu. Futbolcular arasından derbilere özel “ortam gerici” oyuncular görevlendirildi; Lugano, Emre Belözoğlu, Baroni, Volkan bir çırpıda akla gelenler. Bu maçlarda hakemler ciddi şekilde etki altına alındı. Bu hakemler iç saha avantajını abartılı bir şekilde Fenerbahçe’nin lehine kullandı. Maç 0-0 ya da 1-0 gidiyorken hiçbir gri pozisyonda Galatasaray’ın lehine düdük çalınmadı. Maç belli bir yere gidince abuk subuk kararlarla haksızlık her iki tarafa da oluyor intibası uyandırılmaya çalışıldı ki bunu ancak akşam yayıncı kuruluştan ya da onların kısıtlı özet görüntüler verdiği T.V’lerde izleyenler yer; onlar da belki yer!

Örneğin Diego’nun gol attığı 1-1 biten derbi maçta pozisyonun içinde olan Van Persie’nin ofsayt pozisyonunda olduğu gerçeği yayıncı kuruluşun “galibiyet” coşkusunun önünde bir “ama” olmuyor. Maç bittiği gibi “Kadıköy’de gelenek devam etti” nidalarını gizli bir sevinçle sundukları gibi bu pozisyonlar konuşulduğunda ise “hocam bu golü vermese ne olacak, Galatasaray zaten bugün çok kötüydü” gibi geçiştirmelere başvuruluyor filan… Sanki Fenerbahçe her maçta futbol resitali sunduğu için derbileri kazanıyor da Galatasaray’ın o gün iyi ya da kötü oynaması hakem kararlarını önemsiz kılıyor!

Saha İçi Stratejisi

Hakemler baskı altına alınmış. Oyuncular sahada gerginlik çıkarmanın ve bu gerginlikleri yönetmenin yolunu buluyor. Öyle ki insan sanki maç öncesi stratejisi olarak mafyatik taktikler konuşuluyor diye düşünüyor. “Sen rahat ol burada hakem bizi karşısına alamaz, sert ol, hır gür çıkaranın üstüne git, olur da bir oyuncu attırırsan kahraman olursun, taraftar seni kavga ederken görürse sana sahip çıkar” gibi cümlelerin sarf edilmiş olması fikri pek de imkânsız görünmüyor. Hatta belki daha bile fazlası konuşuluyor: “Roberto Carlos, Keita karta en yakın, aynı zamanda en tehlikeli oyuncu. Bu bilgi cebinde dursun gerektiğinde kullanırsın.” deniliyor ya da Souza’ya; Sneijder sırtı dönük top aldığında O’na tendonuyla karışık bir şekilde müdahale et, “burası Kadıköy, burada bize kolay kart çıkmaz” demiş olabilir mi birileri sizce, bence olabilir. Peki Souza’nın hareketini Melo yapmış olsaydı hatta Kadıköy’de değil Ali Sami Yen’de yapsaydı ne olurdu. Devid De Souza’nın Ümit Karan’a yaptığı “ayıp filmlerde” görebileceğimiz hareketleri yapma rahatlığı nereden geliyor.

Örnekleri çoğaltabiliriz, gelelim bu sene Kadıköy’deki mücadeleye:

Derbide centilmenlik rüzgarları!
Derbide centilmenlik rüzgarları!

Kadıköy 2018

Şimdi önce yazdıklarıma bakarak “yahu bu Galatasaray’ın hiç mi eksiği yok?” diyenler olmuştur, olmaz mı?

Başlayalım:

  • Öncelikle bu süreçteki yönetime gelmiş tüm yöneticiler hatalı ve eksik. Kimi “centilmen” gözükme kaygısı taşıyan kimi Galatasaray’ın gücünü idrak edememiş yöneticiler bu sürece ne medyadan ne TFF lobilerinden yanıt veremediler. Tamam rakip kulübün yaptığı gibi gidip “canlı yayın kablolarını kesin” demiyoruz; ama yayıncı kuruluşun ve diğer medya organlarının maç önü ve maç sonu meşrulaştırma eylemlerine yanıt veren kimseyi görmedik bu süreçte. Ben bahsettiğim maçları çoğunu hatırlasam da tekrar bakayım dediğimde çoğu maçın özetinde tartışmalı pozisyonların büyük bölümüne ulaşamadığımı gördüm. Bu demek oluyor ki bu süreçte hiçbir yönetim bu maçlardan bir kamuoyu oluşturmayı düşünmemiş, yani gerçekten bir oluruna bırakma hali var. Eğer hali hazırda böyle bir video olsaydı bu yazıyı yazmak çok daha kolay bir hal alabilirdi.
  • Diğer konu oyuncuların sahada verdiği tepkiler. 6-0’lık maçta örneğin yazımın başında Hasan Şaş’a yumurtalar geldiğinde Hasan Şaş’ın tepkisi ne oldu demiştim. Kızgınlık ve koyvermişlikle karışık sinirle topu Fenerbahçeli oyunculara teslim etti. Ama benzeri bir durumda meşhur “sulu” derbide Tümer Metin ne yaptı? Haklı olarak korneri kullanmadı, onun yerine hakeme “bak tribünler ne yapıyor” dedi. Böylece taraftar baskısını kendi lehine çevirdi. Şimdi burada Fenerbahçeli oyuncuların tedrisatıyla Galatasaraylı oyuncuların tedrisatını karşılaştırsak tam tersi bir durumu görmüyor muyuz? Hasan Şaş’ı öyle gören Christian ne yapsın? Ya da 1-0 kaybetmenin hala şampiyonluk yarışında avantaj olduğu bir durum söz konusuyken ısrarla hakemi alkışlayıp kendini oyundan attıran Bülent Korkmaz’a ne demeli? Fenerbahçeli Volkan’ı bile gerginlikleri skora göre yapıyor. Oyun neyi gerektiriyorsa öyle. 1-0 öndeyse rakip oyuncuyu seyirciyi tahrik eder, her kurtarıştan sonra zaman geçirmek için yatar; skor garantiyse, çıkacak kavga maçın sonucu demek olacaksa Sabri Sarıoğlu ile yaptığı gibi kavga eder ve gerekli soğuma ve süreyi kazandırır. Volkan’a bu akıl dağıtılırken Galatasaraylı oyuncular misket mi oynuyordu acaba?
  • Bir başka sıkıntı bence Kadıköy deplasmanını fazla ciddiye almak. “Acaba o sene bu sene mi? Vurursam gol olur mu?, Maçtan bir gece önce kahraman olma hayalleri…” İnsan bu kadar baskıyı kendine halı sahada yapsa, halı sahada bile gol atamaz.
  • Son olarak da hocaların şapkadan tavşan çıkarma hevesleri var. Haftalardır iyi giden kadroyu bozmalar, o ana kadar hiç ilk 11 görmemiş oyuncuyla maça çıkmalar filan… Buradan yine maçlardan örnekler verebilirim ama sizleri sıkmak istemem. Ama ben bunu söyleyince eminim herkesin aklına gelen maçlar olmuştur.

Ne Yapmalı?

  • Öncelikle yönetim hakem tercihinin belli “tetikçi” hakemler olmaması adına kamuoyu oluşturmalı. Yapılacak bu baskıda eşitlik, adalet ve güzel futbol kaygısının vurgusu yapılmalı.
  • Galatasaraylı futbolcular, “bu sefer kazanacağız” ya da “yine kaybedeceğiz” psikolojisinden kesinlikle uzak olmalı.
  • Oyuncular danışmanlar eşliğinde rahatlatılmalı: Galibiyet baskısını ortadan kaldıracak “keyif almaya bakın, keyif almadan zaten kazanamazsınız” gibi rahatlama ve motivasyon cümleleri kullanılabilir.
  • Malum burası “Türkiye Süper Hır Gür Ligi”; itiraz etmesen hakemler hep doğru karar verdiklerini düşünüyorlar. O yüzden haklı olduğunuz yerde mutlaka itiraz edeceksiniz. Ayrıca hakeme ne olursa olsun kart bahanesi vermeyeceksiniz çünkü hiçbir fırsatı es geçmezler. Bunun için önceki derbilerdeki oyuncu itiş kakışlarını gözden geçirmelisiniz. Orada ortada bir yönetimi kimse beklemesin. Özellikle son Fenerbahçe-Beşiktaş derbisindeki itiş kakışlara iyice bakmalısınız. Quaresma haklı olarak atıldı; ama o kadar fiziki temasa giren Fenerbahçeli oyuncular tüm olanlara rağmen tek bir sarı almadan atlattılar. Bu tarz tartışmalarda elleri mutlaka arkada tutmalı, ani tahriklerde eller yüze yaklaştırılmamalı. Pozisyonlara itiraz gerekirse sürekli aynı oyuncular itiraz etmemeli. Kişiler sürekli değişmeli ve asla eksik kalınmamalı.
  • Birinci bölgede basit oynamalı. Kaleciye geri pas mümkün olduğu kadar tercih edilmemeli.
  • Sahada Fenerbahçeli oyuncularla diyaloglarda ortamı germemeye dikkat etmeli. Çünkü maçın gerginleşmesi yukarıda yazdığım gibi sadece ama sadece Fenerbahçe’nin işine yarıyor! Fenerbahçe oyunu kasıtlı olarak germeye başlarsa sakin ifadelerle “bırakın bu ayakları, sıkılmadınız mı bu hır gürden, bir seferde futbol oynayalım biraz” tarzı cümlelerle ters psikoloji yapılmalı. Çünkü bu gerginliğe eşlik edildiğinde hem daha fazla kart gören Galatasaray oluyor hem de bozulan konsantrasyon neticesinde beklenmedik goller yenebiliyor.

Aykut Kocaman

Son yıllarda Galatasaray’ın Kadıköy’de galibiyete en çok yaklaştığı rakip hoca Aykut Kocaman. Bunun üç nedeni var;

  1. Aykut Kocaman Galatasaray derbilerinde saha dışında çok konuşsa bile saha içinde öyle ya da böyle kendi futboluna daha odaklanıyor. Sahada kısmi de olsa futbol oynanması Galatasaray’ı maçlara ortak ediyor.
  2. Aykut Kocaman’ın defansif ve yavaş futbolu Galatasaraylı oyuncuların oyuna daha konsantre olmasına sebep oluyor. Bu tempo tribünlerin maçın içinden çıkmasına neden oluyor ve sahaya etki etme gücünü azaltıyor.
  3. Bu galibiyet serisi camiada o kadar önemli bulunuyor ve Aykut Kocaman buna o kadar takılmış ki düşünün 12 Mayıs 2012 tarihindeki meşhur “Kadıköy Hatırası” maçında mağlubiyet ihtimalini uzaklaştırmak için forvet çıkarıp forvet alarak olası bir şampiyonluğu yeterince zorlayamıyor bile. Sizce Fatih Terim O’nun yerinde olsa ne yapardı?

Fatih Terim’in taktiği ve kadrosu ne olmalı?

Fatih Terim sürprizleri sever, bunun farkındayım. Eğer yine bir sürpriz yapacaksa birbiriyle oynamaya alışmış kadroyu bozmayarak bu kadronun içinde sürpriz taktiklerle işi çözmeli. Takımı dengeli bir mantalite ile sahaya çıkarıp, bireysel yeteneklerle oyunu koparmalı. Öncelikle Fenerbahçe’nin gerginlik taktiğini yukarıda verdiğim örneklerle açıklamaya çalıştığım şekilde çözmeli. Feghouli, Belhanda, Maicon ve Donk ile özel olarak ilgilenip, onları hem daha konsantre olmaya teşvik etmeli hem de olası farklı senaryolara -gerek eski maçlar izletilerek gerekse sözel anlatımlarla- hazırlamalı.

Maçın Anahtarı Kim olur?

Bence bu maçın anahtarı öncelikle Rodrigues sonrasında da yardımcı rollerde Gomis ve Belhanda olur. Fatih Terim, Rodrigues’i sol kanatta başlatmalı ancak serbest bir rol verip hem sağ hem sol kanada gitmesine izin vermeli. Böylece Rodrigues, Fenerbahçe’nin beklerine ofansif ve defansif baskı yapıp onların hücuma çıkamamasını ve hata yapmasını neden olabilir. Rodrigues kanat değiştirip sağ tarafa geçtiğinde Belhanda sol kanadın kademesine girmeli, Feghouli ise Belhanda’nın yerine kaymalı. Galatasaray’ın bu üçlüsü böyle bir taktik için müsait. Gomis ise bildiğimiz golcü kimliğini ikinci plana alıp daha çeldirici hareketlerle dikkatleri üzerine çekmeli, bu üçlüye alan açmalı.

Neden Rodrigues?

İlk olarak; Fenerbahçe takım olarak hız sorunu yaşayan bir takım. Bunu Aykut Kocaman “dikine futbol” oynamamaya çalışarak kamufle etmeye çalışıyor. Akhisarspor maçında Muğdat’ın performansına bakarsanız  ne demek istediğimi anlarsınız. Rodrigues, Muğdat’tan çok daha fazla katkı verebilir.

Ayrıca Keita’dan beri bu kadar güçlü ve hızlı bir kanat oyuncumuz olmadı. Rodrigues bu özelliklerine rağmen sezonun ilk yarısında “akıl ve sükunetle” birleştiremediği için birçok pozisyonu harcamıştı.

Ancak sezonun ikinci yarısında Konyaspor maçı hariç hep yükselişte. Keita’ya göre -bence daha profesyonel olduğu için- daha iyi kondisyonu var ve dolayısıyla savunmaya da daha çok yardım ediyor. Daha sakin olduğu için kart görmeye ve sinirlendirilmeye uzak. Keita daha çok, anlık bireysel gösterilerle kendini gösterirken Rodrigues performansını maça yayıyor ve daha fazla takımına oynuyor. Gomis gibi bir otoriteyle harika bir uyuma sahip örneğin ve takımın hemen hepsi tarafından sevildiği belli oluyor.

Bence Fatih Terim ve takım arkadaşları O’na bu maçta sınırsız özgürlük tanımalı. Ne zaman pas, ne zaman şut atması gerektiği meselelerinde kafası tamamen rahat olmalı. Rodrigues’le ilgili son diyeceğim: Takım arkadaşları belli standartları yakalarlarsa O’nun asist ve golleriyle bu maça damga vurmaması için hiçbir sebep yok.

Sonsöz

Yazımı okuyan Fenerbahçeli arkadaşlar “ama siz de sahayı su yağmuruna tuttunuz, şişe  attınız” diyecektir. Bunların savunulacak tarafı yok tıpkı şampiyonluğu kaybedince kendi statlarını yakıp, stadyum etrafında polis aracını ters çevirip, kamu malına zarar vermenin savunulacak bir tarafı olmadığı gibi. Ama en azından Galatasaray o sulu maçtan sonra alınan cezaya itiraz etmeyecek kadar da gururlu ve gerçekçi davrandı. Alınan 5 maç cezadan sonra tribünler uzun süre bu tarz olayların içine girmedi.

Bu yazının bazı bölümlerini yazarken hem kendi adıma hem Türk futbolu adına üzüldüm. Güzelce futbolun “güzel oyun” olduğundan bahsedeceğimize nelerle uğraşıyoruz? Bu konuda kendimi o kadar çaresiz hissediyorum ki duygularımı anlatmam 2300 kelimeyi bulmuş. Sizce böyle sığ kavgalarla Türk futbolu bir yere gidebilir mi? Fenerbahçe tribünleri bomboş kalmış. Çünkü başkanları rakiplere uyguladığı despotluğu kendi taraftarına da uyguluyor. Başarısız olduğunu kabul etmiyor ve bırakıp gitmiyor.

Galatasaray tribünleri ise öncelikle kulüplerinin haksızlığa uğradığı düşüncesiyle oluşabilecek bir mağduriyete karşı takımını savunmak için ve aynı motivasyona ek olarak Fatih Terim sevgisi ile doluyor. Potadan düşünce neler olduğunu son iki yılda hepimiz gördük. Türk sporunun lokomotifleri, belli sportif değerler dahilinde mücadele edemez ve rekabeti fair play ve başarı üzerinden götüremezse herkes bu bataklıkta boğulur.

Ben; yazının tavsiye bölümlerinde yazdığım şartlar gerçekleşirse bu maçın sonucunun Galatasaray’ın lehine biteceğine inanıyorum ve böylesi bir sonucun Fenerbahçe’yi futbol oynamaya, ezeli rekabetin de artık belli bir seviyeye gelmesini sağlayacağına inanıyorum.

17 Mart Cumartesi gecesi maçı oğlumla seyredeceğim; en büyük dileğim maçtaki kavga-dövüş ortamına maruz kalmaması için oğluma “hadi odana, git biraz da oyuncaklarınla oyna” demek zorunda kalmamak. Oğluma “derbi maçları bu işin bayramıdır, güzel futbol ve kalitenin keyfine varalım” diyebilmek varken böyle bir kaygıya girmem ne büyük bir talihsizlik öyle değil mi? Güzel futbol göreceğimiz günler dileğiyle tabi ki önce Galatasaray’a başarılar dilerim. Cumartesi gecesi galibiyeti anlatan bir yazıyla buluşmak dileğiyle…

Not: Yazıyı yazarken son yılların derbilerini elimden geldiğince inceledim. Kadıköy’de objektife yakın yönetimlerin Bülent Yıldırım’ın idare ettiği maçlarda olduğunu gördüm. Ve “keşke hakem Bülent Yıldırım olsa” diye arkadaşlarımla da konuştum. Bugün yazımı yayınlamadan hakemin Bülent Yıldırım olduğu açıklandı ve böylece büyük tesadüfler zinciri tamamlanmış oldu. Milan Baros’un son dakika vuruşunun direkten döndüğü, Emre Belözoğlu’nun “bittik, bittik biz!” diye panikle bağırdığı maçın hakemi Bülent Yıldırım, hocalar Aykut Kocaman ve Fatih Terim’di.

Bugün de hakem ve hocalar aynı. Maçın günü ve tarihi aynı, üstüne üstlük “iddaa” oranları bile aynı. Ben 6 yıl önce Galatasaray formamı giymiş 5 günlük oğlumu GS Store yenidoğan kıyafetleri giydirilmiş halde, maç 2-0 olduğunda kucağıma almıştım. Bu sene yine 6 yaş 5 günlük oğlumu bu sefer maçın başında kucağıma alıp maçın seyrine bakacağım. Bakalım bu sefer ne olacak?

Blog’un kuruluş amacı ve hikayesi için https://www.3numaraliuye.com/3-numarali-uye/  yazısını mutlaka okuyun!

Twitter: http://twitter.com/3numaraliuye

Facebook: https://www.facebook.com/3numaraliuye/

Yorum bırak

Lütfen yorumunuzu yazınız
Lütfen buraya adınızı yazınız