Prekazi
Lige verilen aralarda o kadar sıkılıyorum ki kendimi hep geçmişle avutuyorum. Aklıma Prekazi geldi, Prekazili videolar, Prekazili belgeseller, Prekazili röportajlar izledim bir gün boyunca. Özellikle Nebil Özgentürk’ün Galatasaray TV için yaptığı “Cevad Prekazi” belgeselini izlerken kâh çocukluğuma gittim, kâh kendimi Prekazi’nin yerine koyarken buldum. Her ikisinde de geçen zaman yüreğimde tarifsiz bir yoksunluk duygusu uyandırdı.
****
Ben Prekazi ile çok küçükken, altı-yedi yaşlarındayken tanıştım. O yüzden Prekazi’yi Hagi’de olduğu gibi bir futbol sever gözüyle değil bir çocuk gözüyle gördüm. O benim için adeta mitolojik bir kahramandı. Çocuk halimle onda gördüğüm şey çok destansı bir duygu uyandırıyordu içimde. “Şerefli yenilgiler” döneminde babamın yanına oturur maç seyrederdim. Babam gizli bir Fenerbahçeli olduğu için duygularını daha çok milli maçlarda açığa vuruyordu. Milli maçları izlemeye büyük bir heyecanla başlar ve maçları spikerlerin “yapmayın çocuklar”, “maalesef kalemizde golü gördük” cümleleriyle bitirirdik. Yaşı küçükler bu duyguyu bilmez. Türkiye uluslararası arenada arabesk bir ruh halinde sürekli yeniden dövüşmek isteyen ama sonunda hep dayak yiyen bir boksör gibiydi. Ama Prekazi, Monaco maçında yaklaşık 40 metreden; hem de eskinin o meşin toplarına yaptığı gol vuruşuyla birlikte olayı herkesin gözünde başka bir yere döndürdü. O bir kahramandı artık. Aslında Prekazi bundan çok daha önce “14 Yıllık Çile”‘nin son buluşunda birçoklarının gözünde bu mertebeye ulaşmış, sokaklarda ismini bağırmayan çocuk kalmamıştı. Ama benim onu diğer oyunculardan farklı görmeme sebep olan; o vuruşla birlikte Galatasaray’ın karşılaşacağı büyük ya da küçük tüm takımlara yaptığı meydan okumadır. Bu meydan okuma benim hayatımı da oldukça etkileyen dönüm noktalarındandır.
Altın Kolyeli Futbolcu
Altın rengini hiç sevmem. Pek takı meraklısı da olmadım. Ama O’nun altın rengi kolyesinin benzerini sahtesinden de olsa çok denedim. Heyecanlanırdım; “O’ndaki gibi durur mu?, Bana yakışır mı?” diye. Zaten top oynamaktan sokaklardan gelmeyen esmer bir çocuğun Afrikalı rengine iki tık kalmış haline altın rengi kolye pek yakışmadı. Diğer arkadaşlarımdan kafa yapısı ve saçları Prekazi’ye benzeyenler vardı, altın rengi kolye onlara yakışırdı. Biraz kıskanırdım onları ne yalan söyleyeyim. Altın rengini de bir daha kullanmadım. Ama gol atınca Prekazi’nin adını bağırmayı, kollarımı onun gibi yapıp sevinmeyi uzun süre bırakmadım.
Bir Prekazi Anısı
Bir gün çok hastalandım. Hem ateşten hem de ağrıdan kıvranıyorum. Beni üzmenin, sevindirmenin ve kızdırmanın yegâne anahtarının Galatasaray olduğunu bilen Fenerbahçeli bir ailenin tek Galatasaraylısıyım. Evdekiler yanıma gelip gidip “yemek ye”, “su iç” gibi telkinlerde bulunuyorlar ama gözümü bile açamıyorum. Derken babamın aklına gelmiş, beni Galatasaray’la uyaracağını düşünerek bana Prekazi ve Tanju’nun Fenerbahçe’ye transfer olduğunu söyledi. Ben o halimle babama: “Tanju Fener’e gidebilir ama Prekazi gitmez, boşuna beni kandırmaya çalışma” diye çıkıştım. Birazdan içeriden gelen televizyon sesine kulak kabarttım. Spor haberleri vardı ve Tanju’nun Fenerbahçe’ye transferinin haberini veriyordu. Yumruğumu sıktım ve içimden babama “Gördün mü?” dedim.
Efsanenin Belgeselinden Kısa Kısa
Bu kısma başlamadan yazının sonuna da ekleyeceğim “Prekazi Belgeseli”ni mutlaka izlemenizi öneririm. Prekazi bu belgeselle insanı tekrar kendine bağlıyor. Şöyle kısa kısa aklımda kalanlardan bahsedeyim.
- Öncelikle ne kadar karakterli bir insan olduğuna bir kere daha şahit oldum. Nebil Özgentürk’e bence zor anlar yaşatıyor. Sorularla yönlendirme, istenilen kalıp cevapları verme tuzağına hiç düşmüyor. Tamamen özgün düşüncelerine odaklanmış. Tek sorun röportajın ana dilinde olmaması. Ne kadar da olsa kendini iyi ifade edemediği yerler oluyor.
- Haksızlığa hiç tahammülü olmadığını bir kere daha görüyorum. Erman Toroğlu tarafından haksızca verildiğini düşündüğü kırmızı kartı hiç unutamamış. Ayrıca Galatasaray’ın namağlup ikinci olduğu senenin, şaibeli bir müdahaleye maruz kaldığını anlattığı o anlarda, gözlerinden insan bunun gerçek olduğuna inanıyor.
- Taraftarın stada ne koşullarda cebinden emeğini çıkarıp geldiğinin farkında ve bunun onun için saha içi mücadelede çok önemli bir motivasyon kaynağı olduğunu özellikle belirtiyor.
- Hiçbir takım taraftarından küfür yemediğini, onurlu duruşuyla diğer taraftarların da saygısını kazandığından gururla söz ediyor.
- Paradan çok işine ve kişiliğine önem verdiğinden bahsediyor.
- Sanat dünyasıyla yakın ilişkiler içindeymiş bunu ben bilmiyordum, mesela Tarık Akan’ın çok yakın arkadaşı olduğundan bu belgeselde bahsediyor.
- Tito’nun Yugoslavya’sını hiç unutamamış. Onun için devlet başkanı demek “Tito” demek. Yugoslavya’daki iç savaş için hâlâ çok üzgün ve savaşın nasıl çıktığını bir türlü anlamadığını söylüyor.
- Ali Uras ve Derwall’in Galatasaray’ın ufkunun değişimindeki öneminden bahsediyor. Ayrıca Ali Uras’ın cenazesinden haberdar edilmediği için biraz kırgın. Bu konuda kendini üzgün hissediyor.
- Forma giydiği iki futbol takımı Partizan ve Galatasaray’ı yüreğinde aynı kefeye koyuyor. Öldüğü zaman tabutunun Partizan ve Galatasaray takımlarının forma veya bayrağıyla süslenmesini istiyor. (Burayı dinlerken insan gerçekten çok duygulanıyor)
- Belgeseli kapatırken hepimizin çok kullandığı “Galatasaray Türkiye’dir” sözünü, “Galatasaray Türkiye’nin aynasıdır” şeklinde kullanıyor. Türkiye’yi ve Galatasaray’ı ne kadar anladığını bizlere bir kez daha gösteriyor.
Sonsöz
Düşünüyordum da kimler geldi, kimler geçti Galatasaray’dan. Son ana kadar kibrinin esiri olmadan giden oyuncu bir elin parmaklarını geçmez. Herkesin dilinde iyi anılmak çok kolay bir şey değil. O bunu başarmış. Prekazi örneğini tekrar hatırlayınca bazı futbolculara ne kadar kolay payeler verildiğini düşündüm. Yine O’nun üzerinden iyi ve karakterli futbolcu nasıl olmalı sorusuna cevaplar buldum. Genç-yaşlı tüm taraftarlar(diğer takım taraftarları dahil) O’nun özelinde bir oyuncudan beklenmesi gerekenleri tekrar gözden geçirmeli bence. Genç futbolcular ise paradan çok, karakterli bir insan olmanın ve Prekazi gibi “sporcu kimliği” edinmenin öncelikler olması gerektiğini anlamalılar. Bunları anlayıp uyguladıklarında eminim emeklerinin karşılığını çok daha huzurlu ve kendini gerçekleştirmiş şekilde alacaklardır.
Yabancı sınırının tartışıldığı bu günlerde, sporda milliyetin değil karakterin ne kadar da önemli olduğunun resmidir PREKAZİ.
Not 1 : Vaktiniz varsa Arda hakkında yazdığım yazıyı bir de bu gözle okumanızı öneririm. https://www.3numaraliuye.com/arda/
Not 2 : Ve yine tekrar hatırlatıyorum, vaktiniz varsa aşağıda eklemiş olduğum belgeseli mutlaka izleyin.
Blog’un kuruluş amacı ve hikayesi için https://www.3numaraliuye.com/3-numarali-uye/ yazısını mutlaka okuyun!
Twitter: http://twitter.com/3numaraliuye
Facebook: https://www.facebook.com/3numaraliuye
İnstagram: https://www.instagram.com/3numaraliuye/